Fıkra
kelimesi günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamıyla fıkra;
tanınmış kimseler, hayvanlar veya başka şeyler hakkında anlatılan ve «kıssa»
denilen nükteli küçük hikayeciliklere verilen isimdir. Nasreddin Hoca, İncili
Çavuş, Bektaşi fıkraları gibi. Bunlar, olayları gülünç, şakalı, latife yollu
bir nükte ile anlatarak insanı düşündürürler. İkinci anlamıyla fıkra, asıl
kompozisyonun konusu olan fıkradır. Bu anlamda fıkra (köşe yazısı); günlük olayları özel bir
görüş ve düşünceye bağlayarak yorumlayan, ciddi veya nükteli fikir yazılarıdır.
Fıkra
türü, gazete ile birlikte doğmuştur. Gazete ve dergilerin belirli köşe ve
sahifelerinde, belirli bir başlık altında yazarlar
tarafından kaleme alınırlar. Yazılması makaleye göre daha kolay olduğu için yazarlar arasında büyük ilgi görmüştür.
Fıkra
ile Makale Arasındaki Farklar
1.
Makale yazarının, okuyucusunu yazdıklarına inandırma zorunluluğu vardır. Fıkra
yazarının böyle bir zorunluluğu yoktur.
2.
Makale yazarı, düşünce ve görüşlerini çok sağlam kanıtlara dayandırmak
zorundadır. Fıkra yazarı için böyle bir şey söz konusu değildir. Fıkrada her
çeşit örneğe ve kişisel düşünceye yer verilebilir.
3.
Makalenin anlatımı, fıkraya göre daha ağırbaşlı ve ciddidir. Kullanılan
cümlelerin kesinlik taşıması şarttır. Bu yüzden makalelerde, kurallı cümle
kullanılır. Fakat fıkra yazarı, anlatımını rahatlatmak için devrik cümle
kullanabilir ve komik (güldürücü) unsurlara yer verebilir.
4.
Makale yazarı, geniş kitleleri ilgilendiren konu ve düşünceleri ele alır. Fıkra
yazarı ise en basit bir günlük olayı veya kişisel konuyu işleyebilir.
Fıkralarda
da makaleler gibi;
a)
Konu, okuyucunun ilgisini çekecek biçimde ele alınmalı;
b)
Herkesin anlayabileceği açık ve sade bir dil kullanılmalı;
c)
Hoş ve dokunaklı bir sonuca ulaşılmalı ve okuyucu düşündürülmeli;
ç)
Aynı konular yerine, değişik ve aktüel (güncel) konular işlenmeli;
d)
Konu, tarafsız bir gözle ele alınmalıdır.
Fıkra
planı ile makale planı arasında hiç fark yoktur. Fıkrada da konu; giriş,
gelişme ve sonuç bölümleri yapılarak işlenir.
Giriş
bölümünde; konu ortaya konur.
Gelişme
bölümünde; konu paragraflar halinde açılır.
Sonuç
bölümünde; konuya uygun bir ana fikre varılır.
Fıkra,
makaleye göre, daha kısa yazılır. Bu yüzden ayrıntılara fazla girilmez.
Fıkrada,
makaledeki gibi resmi değil, samimi bir anlatım kullanılır. Okuyucu, yazarı
kendisine yakın bulmalıdır. Bunun için yazar, okuyucuyla konuşuyormuş gibi
yazmalıdır.
Köşe yazılarında dil daha çok göndergesel işlevde, heyecana bağlı işlevde ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan yararlanılır.
- Gazetelerin belirli köşelerinde genel bir başlık altında yazılan kısa, yoğun, günübirlik yazılardır.
- Gazete ile ortaya çıkmıştır, gazete ve dergilerde yayımlanır.
- Güncel konuları işler, bu nedenle kalıcılığı yoktur.
- Bilimsellik, nesnellik, tarafsızlık ve görüşleri kanıtlama amacı yoktur.
- Herkesin anlayabileceği, yalın bir dil kullanılır.
- Kısa yazılardır, konunun ayrıntılarına girilmez; konular değişik açılardan işlenmez.
- Yer yer nükteli sözlere yer verilir.
- Yazarın zengin bir kültür ve bilgi birikimi olmalıdır.
- Fıkranın ilk örnekleri Tanzimat döneminde verilmiştir.
- Türk edebiyatında en tanınmış fıkra yazarı Ahmet Rasim'dir.
Fıkra Türünde Yazılmış Önemli Eserler
Ahmet Rasim: Eşkal-i Zaman, Şehir Mektupları
Refik Halit Karay: Bir İçim Su, Bir Avuç Saçma
Orhan Seyfi Orhon: Kulaktan Kulağa
Falih Rıfkı Atay: Eski Saat, Pazar Konuşmaları, Niçin Kurtulmamak
Aziz Nesin: Az Gittik Uz Gittik
Yusuf Ziya Ortaç: Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
Çetin Altan: Şeytan'ın Gör Dediği
FIKRA ÖRNEĞİ
BEN NE BİÇİM ADAMIM
Arada
bir kendi kendisine: "Ben ne biçim adamım?" diye soran kaç kişi
vardır? Geçici bir hayret ve tecessüsle değil, hayranlıkla veya bir nefretle
değil, devamlı ve samimi bir anlama ihtiyacıyla, kendi kendini karşısındaki
koltuğa oturtarak bir hasta muayene eder gibi, peşin fikirlerden, dost
medihlerinden ve düşman hükümlerinden uzak, kendini anlamaya çalışan kaç kişi
var?
Eski
Greklerin Delf Mabedi üzerinde şu emir yazılı imiş: "Ey insan, kendini
bil!" Sokrates bunu çok tekrarladı. Demiş ki: "Kendimi bilmeye
muktedir olmadığım halde, başka şeyleri öğrenmeye çalışmak bana gülünç görünüyor".
Saint Augustin'in İtirafları'nda şu cümle var: "İnsanlar dağların
zirvelerini, denizlerin dalgalarını, büyük nehirleri ve engin okyanusu temaşa
etmek için seyahat ederler fakat en büyük mucize olan kendi kendilerini
görmeden geçip giderler."
Beş
yüzyıldan beri tabiatın ıcığını cıcığını çıkarıp her şeyi öğrenen insanın kendi
kendisi hakkında bildikleri o kadar azdır ki "insan muamması" terkibi
yeniliğini muhafaza etmektedir. İlk zamanların karanlığı XX. yüzyılda da devam
ediyor. Birkaç yıl evvel Londra'da toplanan filozoflar, bilginler, ilahiyatçılar,
beyin fizyolojisi uzmanları, ilmin ve felsefinin en son gayretlerini de
inceledikten sonra, beyinle şuur arasındaki münasebette, Sokrates'ten beri
devam eden karanlıkların dağılmadığı neticesine varmışlardı. Tıp bayramında
genç bir doktorumuzun beyinde şuur merkezinin keşfedildiğini ileri süren garip
sözlerini gülümseyerek dinledim. Hala eski lokalizasyon nazariyetlerinden artık
çok uzakta olduğumuzu bilmeyenler de mi var?
İnsanın
meçhul kalması, en çapraşık yaratık olmasındandır. Hele insan beyni, hiçbir
neşterin anatomi bilgisinin ve nörolojik muayenenin künhüne varamadığı bir
mucize sırrı olmaya devam ediyor. Birçok ruh ve sinir hastalıklarının teşhissiz
ve tedavisiz kalması da bundandır. Ben kendi hesabıma, eğer bu muammayı deşmeye
çalışmayacaksam, bir kundura boyacısı olmayı bir akıl ve sinir doktoru olmaya tercih
ederim. Niçin böyle konuştuğumu yakından bilenler de bana hak verirler.
Herkes
her şeyden evvel kendini bilmeye çalışsa ilmin hala karanlıkta kalan
taraflarına belki aydınlıklar dolar. Fakat herhalde ahlakın kazancı ilminkinden
fazla olur. Flaubert'in "kimse kimseyi anlamıyor" sözü, romanlarda
posası çıkarılmış, XIX. yüzyıl yalnızlık romantizminin beylik bir ifadesidir.
Fakat bir hakikat payından mahrum değildir. Bilhassa ferdin kendi nefsi
üzerindeki bilgisizliği bahis konusu olduğu zaman, Sokrates bugün de haklıdır
sanıyorum.
Kaynaklar
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Ekstrem
Yayıncılık
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Esen Yayınları
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder