Sayfalar

11 Şubat 2017 Cumartesi

Fıkra (Köşe Yazısı)

köşe yazısı

Fıkra kelimesi günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamıyla fıkra; tanınmış kimseler, hayvanlar veya başka şeyler hakkında anlatılan ve «kıssa» denilen nükteli küçük hikayeciliklere verilen isimdir. Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bektaşi fıkraları gibi. Bunlar, olayları gülünç, şakalı, latife yollu bir nükte ile anlatarak insanı düşündürürler. İkinci anlamıyla fıkra, asıl kompozisyonun konusu olan fıkradır. Bu anlamda fıkra (köşe yazısı); günlük olayları özel bir görüş ve düşünceye bağlayarak yorumlayan, ciddi veya nükteli fikir yazılarıdır.

Fıkra türü, gazete ile birlikte doğmuştur. Gazete ve dergilerin belirli köşe ve sahifelerinde, belirli bir başlık altında yazarlar tarafından kaleme alınırlar. Yazılması makaleye göre daha kolay olduğu için yazarlar arasında büyük ilgi görmüştür.


Fıkra ile Makale Arasındaki Farklar

1. Makale yazarının, okuyucusunu yazdıklarına inandırma zorunluluğu vardır. Fıkra yazarının böyle bir zorunluluğu yoktur.

2. Makale yazarı, düşünce ve görüşlerini çok sağlam kanıtlara dayandırmak zorundadır. Fıkra yazarı için böyle bir şey söz konusu değildir. Fıkrada her çeşit örneğe ve kişisel düşünceye yer verilebilir.

3. Makalenin anlatımı, fıkraya göre daha ağırbaşlı ve ciddidir. Kullanılan cümlelerin kesinlik taşıması şarttır. Bu yüzden makalelerde, kurallı cümle kullanılır. Fakat fıkra yazarı, anlatımını rahatlatmak için devrik cümle kullanabilir ve komik (güldürücü) unsurlara yer verebilir.

4. Makale yazarı, geniş kitleleri ilgilendiren konu ve düşünceleri ele alır. Fıkra yazarı ise en basit bir günlük olayı veya kişisel konuyu işleyebilir.

Fıkralarda da makaleler gibi;

a) Konu, okuyucunun ilgisini çekecek biçimde ele alınmalı;
b) Herkesin anlayabileceği açık ve sade bir dil kullanılmalı;
c) Hoş ve dokunaklı bir sonuca ulaşılmalı ve okuyucu düşündürülmeli;
ç) Aynı konular yerine, değişik ve aktüel (güncel) konular işlenmeli;
d) Konu, tarafsız bir gözle ele alınmalıdır.

Fıkra planı ile makale planı arasında hiç fark yoktur. Fıkrada da konu; giriş, gelişme ve sonuç bölümleri yapılarak işlenir.

Giriş bölümünde; konu ortaya konur.

Gelişme bölümünde; konu paragraflar halinde açılır.

Sonuç bölümünde; konuya uygun bir ana fikre varılır.

Fıkra, makaleye göre, daha kısa yazılır. Bu yüzden ayrıntılara fazla girilmez.

Fıkrada, makaledeki gibi resmi değil, samimi bir anlatım kullanılır. Okuyucu, yazarı kendisine yakın bulmalıdır. Bunun için yazar, okuyucuyla konuşuyormuş gibi yazmalıdır.

Köşe yazılarında dil daha çok göndergesel işlevde, heyecana bağlı işlevde ve alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılır. Anlatım türlerinden de en çok açıklayıcı anlatımdan yararlanılır.

  • Gazetelerin belirli köşelerinde genel bir başlık altında yazılan kısa, yoğun, günübirlik yazılardır.
  • Gazete ile ortaya çıkmıştır, gazete ve dergilerde yayımlanır.
  • Güncel konuları işler, bu nedenle kalıcılığı yoktur.
  • Bilimsellik, nesnellik, tarafsızlık ve görüşleri kanıtlama amacı yoktur.
  • Herkesin anlayabileceği, yalın bir dil kullanılır.
  • Kısa yazılardır, konunun ayrıntılarına girilmez; konular değişik açılardan işlenmez.
  • Yer yer nükteli sözlere yer verilir.
  • Yazarın zengin bir kültür ve bilgi birikimi olmalıdır.
  • Fıkranın ilk örnekleri Tanzimat döneminde verilmiştir.
  • Türk edebiyatında en tanınmış fıkra yazarı Ahmet Rasim'dir.


Fıkra Türünde Yazılmış Önemli Eserler

Ahmet Rasim: Eşkal-i Zaman, Şehir Mektupları
Refik Halit Karay: Bir İçim Su, Bir Avuç Saçma
Orhan Seyfi Orhon: Kulaktan Kulağa
Falih Rıfkı Atay: Eski Saat, Pazar Konuşmaları, Niçin Kurtulmamak
Aziz Nesin: Az Gittik Uz Gittik
Yusuf Ziya Ortaç: Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
Çetin Altan: Şeytan'ın Gör Dediği


FIKRA ÖRNEĞİ
BEN NE BİÇİM ADAMIM
Arada bir kendi kendisine: "Ben ne biçim adamım?" diye soran kaç kişi vardır? Geçici bir hayret ve tecessüsle değil, hayranlıkla veya bir nefretle değil, devamlı ve samimi bir anlama ihtiyacıyla, kendi kendini karşısındaki koltuğa oturtarak bir hasta muayene eder gibi, peşin fikirlerden, dost medihlerinden ve düşman hükümlerinden uzak, kendini anlamaya çalışan kaç kişi var?

Eski Greklerin Delf Mabedi üzerinde şu emir yazılı imiş: "Ey insan, kendini bil!" Sokrates bunu çok tekrarladı. Demiş ki: "Kendimi bilmeye muktedir olmadığım halde, başka şeyleri öğrenmeye çalışmak bana gülünç görünüyor". Saint Augustin'in İtirafları'nda şu cümle var: "İnsanlar dağların zirvelerini, denizlerin dalgalarını, büyük nehirleri ve engin okyanusu temaşa etmek için seyahat ederler fakat en büyük mucize olan kendi kendilerini görmeden geçip giderler."
Beş yüzyıldan beri tabiatın ıcığını cıcığını çıkarıp her şeyi öğrenen insanın kendi kendisi hakkında bildikleri o kadar azdır ki "insan muamması" terkibi yeniliğini muhafaza etmektedir. İlk zamanların karanlığı XX. yüzyılda da devam ediyor. Birkaç yıl evvel Londra'da toplanan filozoflar, bilginler, ilahiyatçılar, beyin fizyolojisi uzmanları, ilmin ve felsefinin en son gayretlerini de inceledikten sonra, beyinle şuur arasındaki münasebette, Sokrates'ten beri devam eden karanlıkların dağılmadığı neticesine varmışlardı. Tıp bayramında genç bir doktorumuzun beyinde şuur merkezinin keşfedildiğini ileri süren garip sözlerini gülümseyerek dinledim. Hala eski lokalizasyon nazariyetlerinden artık çok uzakta olduğumuzu bilmeyenler de mi var?

İnsanın meçhul kalması, en çapraşık yaratık olmasındandır. Hele insan beyni, hiçbir neşterin anatomi bilgisinin ve nörolojik muayenenin künhüne varamadığı bir mucize sırrı olmaya devam ediyor. Birçok ruh ve sinir hastalıklarının teşhissiz ve tedavisiz kalması da bundandır. Ben kendi hesabıma, eğer bu muammayı deşmeye çalışmayacaksam, bir kundura boyacısı olmayı bir akıl ve sinir doktoru olmaya tercih ederim. Niçin böyle konuştuğumu yakından bilenler de bana hak verirler.

Herkes her şeyden evvel kendini bilmeye çalışsa ilmin hala karanlıkta kalan taraflarına belki aydınlıklar dolar. Fakat herhalde ahlakın kazancı ilminkinden fazla olur. Flaubert'in "kimse kimseyi anlamıyor" sözü, romanlarda posası çıkarılmış, XIX. yüzyıl yalnızlık romantizminin beylik bir ifadesidir. Fakat bir hakikat payından mahrum değildir. Bilhassa ferdin kendi nefsi üzerindeki bilgisizliği bahis konusu olduğu zaman, Sokrates bugün de haklıdır sanıyorum.


Kaynaklar
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Ekstrem Yayıncılık
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Esen Yayınları
LYS Edebiyat, Limit Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder