Sayfalar

28 Şubat 2017 Salı

Natüralizm (Doğalcılık)

doğalcılık

Natüralizmin kurucusu Emile Zola'dır. Görüşlerini "Deneysel Roman" adlı kitabında açıklamıştır.

Natüralizm, realizmin ileri aşamasıdır.


İlkeleri 
  • Bilimsel ve deneysel gerçekçiliği esas almışlardır.
  • İnsanın fizyolojik yapısı, ırsiyeti (soyaçekimi), çevresi ve aldığı eğitim bağlamında ele almışlardır.
  • Yazar, kendi kişiliğini gizlemiş sadece gözlediklerini yazmakla yetinmiştir.
  • Olaylar ve kişiler bir bilim adamı gözüyle incelenmiştir.
  • İğrenç ve çirkin olayların anlatılmasından çekinilmemiştir.
  • Mekan, çevre ve insan tasvirine geniş yer verilmiştir.
  • Nesnellik hakimdir.
  • Kötümserlik vardır.
  • "Sanat doğanın bir kopyası olmalıdır." ilkesi benimsenmiştir.
  • Doğal, açık ve yalın bir dil (sokak dili) kullanılmıştır.
  • Kişiler bulunduğu çevrenin diliyle konuşturulmuştur.
  • Sanata toplumsal işlev yüklemişlerdir.
  • Eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok ayrıntılı olarak vermişlerdir.
  • Her eserde bir tez savunulmuştur.
  • Ayrıntılı tasvirlere yer verilmiştir.


Temsilcileri: Emiel Zola, Alphonse Daudet, Goncourt Kardeşler, Guy de Maupassant, Henrik İbsen, John Steinbeck, E. Hemingway

Natüralizmden etkilenen Türk sanatçılar: Nabizade Nazım, Hüseyin Rahmi Gürpınar, 


Kaynak: LYS Edebiyat, Limit Yayınları

Devamını oku...

Realizm (Gerçekçilik)

gerçekçilik

"Yaşamı ve doğayı olduğu gibi aktarmak" çabasında olan bu görüş, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da romantizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu akım gerçeği olduğu gibi aktarmayı ilke edinmiştir.

Gustave Flaubert'in "Madame Bovary" (1857) romanı realizmin ilk örneği sayılır.


İlkeleri
  • Birinci özelliği gerçekçiliktir.
  • Gözleme önem verilmiş, belgelerden yararlanılmıştır.
  • "Sanat, sanat içindir." ilkesi benimsenmiştir.
  • Mekan ve çevre tasvirine önem verilmiştir.
  • Çevre betimlemeleri kişilerin psikolojilerini yansıtmak için yapılmıştır.
  • Sağlam, açık, yapmacıksız, titiz, söz oyunlarından uzak bir üslup kullanılmıştır.
  • Nesnellik ön plandadır.
  • Olaylar oldukça sınırlandırılmıştır.
  • Sanatçılar, yapıtlarına duygularını katmamıştır.
  • Günlük olaylar, sıradan kişiler edebiyatın içine girmiştir.
  • Konular günlük yaşamdan alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek tüm çıplaklığıyla anlatılır. 
  • Çağdaş yaşamı, toplumsal çevreyi gerçekçi ve eksiksiz vermeyi amaçlamışlardır.
  • Realizm zamanla farklı yorumlanmış, yeni biçimlere bürünmüştür:            a. Eleştirel Gerçekçilik                                                                        b. Toplumcu (Sosyalist) Gerçekçilik

Temsilcileri:  Balzac, Stendhal, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gogol, Charles Dickens, Ernest Hemingway, Daniel Defoe, Jack London, Mark Twain, George Eliot, J. Steinbeck, Turganyev, M. Gorki, Herman Melville

Realizmden etkilenen Türk sanatçılar:  Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nazım, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Halide Edip Adıvar...


Kaynaklar
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
11. Sınıf Türk Edebiyatı, Editör Yayınevi

Devamını oku...

27 Şubat 2017 Pazartesi

Müstezat

divan şiiri nazım şekli

  • Gazel biçiminde yazılmış bir şiirin her dizesinden sonra bir kısa dizenin getirilmesiyle oluşturulmuş divan şiiri nazım biçimidir.
  • Uzun dizeleri "mef'ûlü-mefâ'îlü-mefâ'îlü-fe'ûlün" kalıbıyla, kısa kalıpları ise "mef'ûlü-fe'ûlün" kalıbıyla yazılır.
  • Eklenen kısa dizelere ziyade (fazla) denir.
  • Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur.


Müstezat


1 Ey şûh-ı kerem-pîşe dil-i zâr senindir

                              Yok minnetin aslâ
V'ey kân-ı güher anda ne kim var senindir
                             Pinhân ü hüveydâ


2 Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz
                             Baş üzre yerin var
Gül goncesisin gûşe-i destâr senindir
                            Gel ey gül-i ra'nâ

3 N'eylersen edip bir iki gün bâr-ı cefâya
                            Sabreyle de sonra
Peymâne senin hâne senin yâr senindir
                            Ey dil tek ü tenhâ

4 Bir bûse-i can-bahşına ver nakd-i hayâtı
                           Ger ka - 'il olursa
Senden yanadır söz yine bâzâr senindir
                           Ey âşık-ı şeydâ

5 Çeşmânı siyeh-mest-i sitem kâkülü pür-ham
                            Ebrûları pür-çîn
Benzer ki bu dildâr-ı cefakâr senindir
                         Bî-şübhe Nedîmâ
Nedim



Günümüz Türkçesiyle


1 Ey âlicenap şuh, zavallı gönlüm senindir; hiç minnet etme ve ey mücevher madeni, bu gönüldeki gizli açık ne varsa, hepsi senindir.

2 Sen meclise gelirsin de bir yer mi bulunmaz; yerin baş üzerindedir; çünkü, gül goncasısın, senin yerin sarığın köşesidir, gel ey ra'nâ gül!
Açıklama: Gül-i ra'nâ yaprakları sarı ve kırmızı olan iki renkli güldür.

3 Ey gönül, ne yaparsan yap, bir iki gün cefa yüküne sabret; sonra kadeh de ev de sevgili de senindir; hem de yalnız senin!

4 Ey çılgın âşık, eğer o güzel razı olursa, ölülere can veren bir öpücüğü karşılığında bütün ömrünü ver; bu sözüm sana, ama yine de sen bilirsin.

5 Ey Nedîm, gözleri zilzurna zulüm sarhoşu, kâkülü kıvrım kıvrım, kaşları çatık bu güzelin senin zalim sevgilin olduğu anlaşılıyor; bunda hiç şüphe yok.



Kaynaklar
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
https://www.turkedebiyati.org/mustezat.html

Devamını oku...

Kıta

divan şiiri nazım şekli

  • Sözlükte “parça, kısım” anlamına gelen kıta, en az iki beyitten oluşan bir divan şiiri nazım biçimidir.
  • İkiden fazla beyitten oluşan kıtalara kıta-ı kebire (büyük kıta) adı verilir.
  • Beyit sayısı genellikle 2-12 arasındadır.
  • Gazele benzer ancak matla beyti yoktur.
  • Uyak düzerni ab-cb-db... biçimindedir.
  • Genellikle mahlas kullanılmaz.
  • Konuları yergi, nükte, övgü, hayat görüşü, hikmet, önemli bir düşünce... olabilir.
  • Bu nazım biçimiyle muamma, tarih, lügaz ve hicviye yazılır. Bu tür kıtaların herhangi bir beytinde mahlas kullanılabilir. 
  • Kıtanın beyitlerle yazılan nazım şekillerinden ayrılmasını sağlayan en belirgin özelliği, birinci beytinin mısralarının aynı kafiyede olmaması ve genellikle bütün beyitlerinde aynı konunun ele alınmasıdır. 
  • Kıtalar divanlarda “mukattaât” veya “kıtaât” başlığı altında toplanmıştır.
  • Eski Türk edebiyatında hemen her şair kıta yazmış ve bunlara divanında yer vermiştir.


Kıta

İlm kesbiyle pâye-i rif'at
Ârzû-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde
ilm bir kîl ü kâl imiş ancak
Fuzuli

Günümüz Türkçesiyle

İlim yoluyla yücelmek
Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir arzuymuş

Bu dünyada her ne var ise aşkmış
İlim de yalnızca boş bir lafmış



Kaynaklar
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
İslam Ansiklopedisi
https://www.turkedebiyati.org/kita_nazim_sekli.html

Devamını oku...

26 Şubat 2017 Pazar

Tuyuğ

tuyuğ nazım şekli

  • Tek dörtlükten oluşan divan şiiri nazım şeklidir.
  • Tuyuğ kelime olarak “kapalı, imalı, cinaslı söz söyleme, şarkı söyleme” demektir.
  • Divan şiirine Türklerin kazandırdığı nazım biçimidir.
  • Yalnız Türk edebiyatında görülür.
  • Düşünsel ve felsefi konular işlenir.
  • Halk edebiyatındaki maninin etkisiyle ortaya çıkmıştır.
  • Halk edebiyatında maninin, Divan edebiyatında rubainin karşılığıdır. 
  • Uyak düzeni "aaxa"dır. aaaa(musarra) biçiminde olanları da vardır.
  • Genellikle cinaslı uyak kullanılır.
  • Mahlas kullanılmaz.
  • Aruzun sadece "failatün/failatün/failatün/failün" kalıbıyla yazılır.
  • Daha çok Azerbaycan ve Çağatay sahasında kullanılmıştır.
  • Tuyuğun ustaları Kadı Burhanettin ve Nesimi'dir.



Tuyug
Dilberün işi itâb u u nâz olur
Çeşmi câdû gamzesi gammâz olur
İy gönül sabr it tahammül kıl ana
Yâre irişmek işi az az olur
Kadı Burhanettin

Günümüz Türkçesiyle
Dilberin işi azarlamak ve nazdır.
Gözleri cadı, gamzesi fitnecidir.
Ey gönül, sabret ve ona tahammül et
Sevgiliye ulaşmak işi zamanla olur. 
 

Tuyuğ
Kim elif dedi de kim hâ bu yana 
Ben anunçün demişüm hâ bu yana 
Gün yüzün olalı me’vâ bu yana
Can verir ehl-i temâşâ bu yana
Nesimi


Tuyuğ
La‘lidin cânımğa otlar yakılur
Kaşı kaddimni cefâdın ya kılur
Min vefâsı va‘desidin şâdmın
Ol vefâ bilmen ki kılmas yâ kılur 
Ali Şir Nevâî



Kaynaklar
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Editör Yayınevi
İslam Ansiklopedisi
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/recai_kiziltunc_turk_edebiyati_tuyug.pdf

Devamını oku...

Terci-i Bent

divan şiiri nazım biçimi

  • "Hane" ya da "terkiphane" adı verilen 5-10 beyitlik bentlerden oluşan divan şiiri nazım şeklidir.
  • Sözlükte tercî‘ “geri çevirmek, tekrar etmek” demektir.
  • Aruz ölçüsüyle yazılır.
  • Bentler halinde olması ve bentlerde yer alan beyit sayısı yönünden terkib-i bende benzer.
  • Bentler vasıta beyitte birbirine bağlanır.
  • Bent sayısı çoğunlukla 5-10 arasında değişir.
  • Terkib-i bentten farkı, terkib-i bentte vasıta beyti her bendin sonunda değiştirilirken terci-i bentte vasıta beyti aynen yinelenir. Yani vasıta beyti her bendin sonunda aynıdır, değişmez.
  • Uyak düzeni aa-xa-xa...-VV -cc-xc-xc...-VV ya da aa-aa-aa...-VV -bb-bb-bb...-VV şeklindedir.
  • Şair mahlasını son terkiphanede söyler.
  • Türk edebiyatında terci-i bentlerde tevhid, münâcât, naat, methiye, mersiye yanında kâinatın sonsuzluğu, bunun karşısında insanın aczi, hayatın zorlukları, felekten ve dünyadan şikâyet, varlık-yokluk-ölüm hakkında hikmetli düşüncelerle tasavvufî meseleler gibi soyut konuların işlendiği görülmektedir.
  • Eski Türk edebiyatında şairlerin sanat kudretlerini ortaya koymak amacıyla kaleme aldıkları nazım şekilleri arasında terci-i bent ve terkib-i bentlerin ayrı bir yeri vardır. Bazı tezkirelerde görülen, “Öyle bir tercî kaleme almıştır ki Rum’da buna kimse nazîre yazmamıştır” şeklindeki kayıtlardan terciibend yazmanın ve buna nazîre söylemenin şairlerin sanattaki gücünü gösterme vesilesi kabul edildiği anlaşılmaktadır. 
  • Şeyh Galib’in meşhur tercîindeki, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen. / Bütün yaratıkların göz bebeği olan insansın sen.) ve Ziyâ Paşa’nın tercîindeki, “Sübhâne men tehayyere fî sun‘ihi’l-ukūl/Sübhâne men bi-kudretihî yu‘cizü’l-fühûl” (En mükemmel şekilde yarattıklarıyla akıl sahiplerini hayrette bırakan Allah’ın yüce şanını tesbih ederim; kudretiyle seçkin ilim adamlarını bile acze düşüren Allah’ın yüce şanını tesbih ederim) vâsıta beyitleri çok beğenildiğinden Osmanlı kültüründe bir tür vecîze özelliği kazanmıştır.
  • Edebiyatımızda en fazla terci-i bent yazan şair Enderunlu Fazıl'dır. Şeyh Galip ve Ziya Paşa terci-i bentleriyle ünlüdür.



Terci-i Bent

Bu kârgâh-ı sun' aceb dershânedir,
Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir.

Çeşitli eserlerin vücuda getirildiği kâinat hayret edilecek bir dershanedir, [Kâinattaki] Her nakış bir ledün (Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim) kitabından işarettir.

Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır,
Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.

Felek, felaket etrafında dönen [felakete sebep olan] bir değirmendir,
Avare insan da bu değirmenin içinde sanki bir tanedir.

Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder,
Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir.

Dev gibi kendi yavrularını yiyor,
Köhne (eskimiş) dünya konağı şaşılacak bir yuvadır.

Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât,
Ya hâb ü ya hayâl ü yâhud bir fesânedir.

Kâinattaki suretlerin nakışları (hakkıyla) incelense,
Ya uyku, ya hayal ya da efsane zannedilir.

Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete,
Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir.

Dünyanın işleri bir sona doğru sürüklenir.
Yazın meyli kışa, ilkbaharın ise sonbaharadır.

Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl,
Her i’tikâd akla göre gâibânedir.

İnsan için kesin bilgiyi kazanma (üretme) ihtimali yoktur,
Her inanış ve kabul, akla göre görünmezdir (gizlidir).

Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?
İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir.

Allahım! Nedir bu ihtiyaç derdi çekişmesi?
Ki insanın ihtiyacı bir lokma nanedir.

Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.

Bu fîrûze renkli kubbede sığınacak yer yoktur,
Zerreler [bile] bela okunun hedefindedir.

Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,
Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir.

Aslında arzulanan her zamanki hükmün vücut bulmasıdır,
Görünüşteki sevap ve günah hep bahanedir.

Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir.

Bir yapıcının eseridir tüm olan şeyler,
Ne talihin gereği, ne de devrin hükmüdür.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Sanatıyla, eserleriyle akılları hayrete düşüren,
Kudretiyle anlayışları aciz bırakan Allah’ı tesbih ederim. 

Ziya Paşa (1825-1880)



Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
İslam Ansiklopedisi
http://www.siirparki.com/ziyapasa9.html

Devamını oku...

Terkib-i Bent

divan edebiyatı nazım şekli

  • Sözlükte terkîb “birkaç şeyi birleştirerek yeni bir şey elde etmek”, bend ise “bağlama” anlamına gelir.
  • Terkib-i bent, gazel biçiminde kafiyelenmiş 5-10 beyitlik şiir parçalarının vasıta beyti denilen beyitlerle birbirine bağlanmasıyla oluşturulmuş bir nazım şeklidir.
  • Aruz ölçüsüyle yazılır.
  • Bent sayısı 5-15 arasında değişir.
  • Gazel biçiminde kafiyelenmiş her bir bölüme "hâne" ya da "terkiphâne" denir.
  • Bentleri birleştiren beyitlere "vasıta beyti" denir.
  • Uyak düzeni aa-xa-xa...-bb-cc-xc-xc...-dd ya da aa-aa-aa...-bb-cc-cc-cc...-dd şeklindedir.
  • Her bendin sonundaki vasıta beyitlerinin uyakları birbirinden farklıdır.
  • Bentlerin sonundaki vasıta beyitleri farklıdır. Yani her terkiphaneden sonra vasıta beyti değişir.
  • Her türlü konu işlenebilir. Ancak daha çok mersiye, münacaat, methiye, hicviye, sosyal konular, din, tasavvuf, felsefe, hiciv konuları işlenir.
  • Bâki'nin Kanuni Mersiyesi, terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır.
  • Terkib-i bent Arap edebiyatında ortaya çıkmasına rağmen Arap şairleri bu nazım şekliyle şiir söylemeye pek rağbet etmemiş, Fars edebiyatında ise bu türde güzel örnekler ortaya konmuştur. Türk şairleri de bu türde manzume söylemeyi ustalık kabul etmişlerdir.
  • Divan şiirinde bu nazım biçiminin en önemli temsilcisi Bağdatlı Ruhi'dir. Ayrıca Ziya Paşa'nın ona nazire olarak yazdığı terkib-i bent ünlüdür. 


Terkib-i Bent

Vardım seheri tâat için mescide nâgâh
Gördüm oturur halka olup bir nice gümrâh

Girmiş kimisi vah d ete almış ele tesbih
Her birisinin vird-i zebânı çil ü pencâh

Didim ne sayarsız ne alırsız ne satarsız
K'asla dilinizde ne Nebî var ne hod Allah

Didi biri kim şehhrimizin hâkim-i vakti
Hayr etmeğiçün halka gelür mescide her gâh

İhsanı ya pencâh ü ya çildir fukaraya
Sabreyle ki demdir gele ol mîr-i felek-câh

Geldiklerini mescide bildim ne içindür
Yüz döndürüp andan dedim ey kavm olun âgâh

Sizden kim ırağ oldu ise Hakk'a yakındır
Zirâ ki dalâlet yoludur tuttuğumuz râh

Tahkik bu kim hep işiniz zerk u riyâdur
Takliddesiz tâatiniz cümle hebâdur
(...)
Bağdatlı Ruhi


Günümüz Türkçesiyle

Bir sabah ibadet için mescide gittim, birçok yolunu şaşırmış
(insanın) halka olmuş (bir şekilde) oturduklarını gördüm.

Kimisi eline tesbih alıp bir köşeye çekilmiş, her birinin dilinden
düşürmediği tek söz kırk ve ellliydi.

Ne sayıyor, ne alıyor, ne satıyorsunuz dedim, kesinlikle
dilinizde ne peygamber ne Allah sözü var?

Birisi, şehrimizin valisi, halka iyilik etmek için her zaman
mescide gelir, dedi.

(Bu iyiliksever insanın) fakirlere bağışı, ya kırk ya elli akçedir,
sen de sabret bekle, çünkü o felek rütbeli emirin mescide gelme zamanıdır.

Mescide neden geldiklerini öğrenmiş oldum, sonra yüz
çevirip (yüzümü onlara dönüp) ey cemaat, öğrenin dedim.

Her kim sizden uzak olursa, Allah'a yakındır, çünkü sizin
tuttuğunuz yol, şaşkınlık, azgınlık yoludur.

Gerçek şu ki; bütün işiniz yalan ve gösterişten ibarettir,
sizler taklitçisiniz, ibadetiniz tamamen boşadır.



Terkib-i Bent

Pek rengine aldanma felek eski felekdir, 
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönekdir. 
(Dünyanın rengine pek aldanma, dünya yine eski dünyadır,
Çünkü dünyanın uygunsuz tabiatı dönektir.)

Yâ bister-i kemhâda, yâ vîrânede cân ver,
Çün bây ü gedâ hâke berâber girecekdir.
(İster ipekle döşenmiş yatakta, ister harap bir evde can ver,
Çünkü zenginlerle fakirler toprağa aynı şekilde [eşit] girecektir.)

Allah’a sığın şahs-ı halîmin gazabından,
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pekdir.
(Allah'a sığın uysal kişinin öfkesinden,
Çünkü yumuşak huylu atın çiftesi serttir.)

Yakdı nice cânlar o nezâketle tebessüm,
Şîrin dahi kasd etmesi câna gülerekdir.
(O kibarca gülümseme nice canları yaktı,
Aslanın can alması da gülerek olur.)

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma?
Zer-dûz pâlân ursan eşek yine eşekdir.
(Özü kötü olan insanlara hiç giydiği üniforma [makam, yetki] soyluluk verir mi?
Altından yapılmış semer vursan eşek yine eşektir.)

Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde,
İşret güher-i âdemi temyîze mihekdir. 
(Mayası kötü olan içki meclisinde belli olur,
İçki insanın cevherini [özünü] ortaya çıkaran [ayırt eden] bir işarettir.)

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdîr,
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötekdir.
(Nasihat ile yola gelmeyeni azarlamak gerekir,
Azar ile uslanmayının [ise] hakkı dayaktır.)

Nâ-dânlar eder sohbet-i nâ-dânla telezzüz,
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerekdir.
(Cahiller cahillerin sohbetinden zevk alır,
Çılgınların yakın arkadaşlarının da çılgın olması gerekir.)

Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib?
Kânûn-ı cezâ âcize mi hâs demekdir?
(Makam mevki sahibi olanlar af ile müjdelenmişler midir,
Ceza kanunu aciz olanlara mı mahsustur?)

Milyonla çalan mesned-i izzetde ser-efrâz,
Bir kaç guruşu mürtekibin câyı kürekdir.
(Milyonla çalan yüksek makamda başı dik dolaşır[ken]
Birkaç kuruşu zimmetine geçirenin cezası kürek mahkûmu olmaktır.)

Îmân ile dîn akçedir erbâb-ı gınâda,
Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarâda.
(İnanç ve din zenginlerde akçe oldu,
Namus ve hamiyyet [namusu korumak için gösterilen gayret] sözü fakirlerde kaldı.)

Ziya Paşa (1825 - 1880)


Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Esen Yayınları
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
İslam Ansiklopedisi
http://www.siirparki.com/ziyapasa6.html

Devamını oku...

25 Şubat 2017 Cumartesi

Ahmedî (1334?-1410?)

divan şairi

  • 14. yüzyıl divan şiirinin asıl kurucusu ve en büyük ustasıdır.
  • Asıl adı  Tâceddin İbrahim bin Hızır'dır.
  • Hayatı hakkındaki bilgiler yetersiz ve tutarsızdır.
  • Daha çok aşk ve şarap konulu şiirler yazmıştır.


Yapıtları

Dîvân: Yaklaşık dokuz bin beyitten oluşan Ahmedî Dîvân’ı, bugün Osmanlı edebiyatı sahasına ait eldeki en eski eser niteliği taşıması bakımından önemlidir.

İskendernâme: Makedonyalı Büyük İskender'in hayatını, fetihlerini, efsaneye dayanan maceralarını anlatan bir mesnevidir. Özellikle Mevlid ve Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân bölümleri dikkat çekmektedir. Bunlardan 625 beyitten oluşan ve aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılan Mevlid bölümü, Türk edebiyatının bilinen ilk mevlidlerinden olması bakımından önemlidir. Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân ise 334 beyit olup yine aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Bu bölüm, hem Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ait önemli bilgiler içermesi hem Türkçe yazılmış ilk Osmanlı tarihi olması, hem de manzum Osmanlı tarihi yazma geleneğini başlatması bakımından önemlidir.

Cemşîd ü Hurşîd: Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla kaleme alınmış 4745 beyitten oluşan bir mesnevidir. Ahmedî, İranlı şair Selmân-ı Sâvecî’nin aynı adlı eserini tercüme edip üzerine birçok beyit ekleyerek eserini özgün bir biçimde oluşturmuştur. Çin fağfurunun oğlu Cemşîd ile Rum kayserinin kızı Hurşîd arasındaki aşkı anlatmaktadır.

Tervîhu’l-Ervâh: Tıpla ilgili mesnevidir.

Mirkatü’l-Edeb: Arapça-Farsça manzum lügattir (sözlüktür).

Mîzânu’l-Edeb: Aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılmış Arapça sarf bilgisi (dil bilgisi, yapı bilgisi) kurallarının anlatıldığı 195 beyitten meydana gelen Farsça bir kasidedir. 

Mi’yârü’l-Edeb: 170 beyitten oluşan, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılan, Arapça nahiv (söz dizimi) kurallarının anlatıldığı Farsça bir kasidedir.



Cemşîd ü Hurşîd
ÖZET

Cemşid rüyasında gördüğü bir güzele âşık olur ve aşk acısı günden güne artar. Etrafındakiler bu dertten vazgeçmesi için telkinlerde bulunurlar, onu eğlendirmeye çalışırlar, başka güzellerle bu derdini unutmasını salık verirler ama hiçbiri Cemşid’in derdini unutturamaz. Diyar diyar gezip güzellerin resmini yapan ressam Mihrâb’da âşık olduğu güzelin resmini görür ve onun Rum hükümdarı Hurşid olduğunu öğrenir. Cemşid bunun üzerine sevgilisine kavuşmak için babasından izin alarak büyük bir orduyla Rum ülkesine doğru yola çıkar. Bu yolculuk zorluklarla doludur. Türlü vahşi yaratıklarla, cadılarla, perilerle karşılaşır, ejderhalarla çarpışır, devlerle savaşır; ateşten denizleri geçer, fırtınaya yakalanıp adaya düşer; umutların tükendiği bir anda perilerin yardımıyla Rum ülkesine ulaşır. Mihrab’ın yardımıyla Hurşid ile görüşme fırsatı yakalar. Bu görüşme sırasında Hurşid de Cemşid’e âşık olur. İki âşık bundan sonra bir müddet görüşürler. Ancak durumu öğrenen annesi Efser, Hurşid’i hapseder. Sevgilisini göremeyen Cemşid perişan olur. Cemşid’in Çin hükümdarının oğlu olduğunu bir şekilde öğrenen Kayser, onu kendine vezir yapar. Cemşid ile Hurşid mektup yoluyla haberleşmeye ve gizli gizli tekrar görüşmeye başlarlar. Ancak âşıkların kavuşmaları için Hurşid’in annesini razı etmeleri gerekmektedir. Mihrab, Efser’le arkadaş olur ve Cemşid’in aslında bir şehzade olduğunu söyleyerek onu ikna eder. Hele de Hurşid’e âşık olan rakibi Şadi’yi türlü şekillerde alt etmesi, bir av sırasında Kayser’i aslandan kurtarması onun itibarını iyice arttırmıştır. Bu sırada Şâdî, Hurşid’i ister. Yerine getiremeyeceği şartlar öne sürülünce de babasıyla birlikte Rum ülkesine savaş açar. Ancak savaşı Cemşid komutasındaki Rum ordusu kazanır. Bu zaferle birlikte Cemşid’le Hurşid’in evlenmelerine de onay çıkar. Âşıklar görkemli bir düğünle evlenirler. Düğünden sonra Çin’e giderler. Cemşid, tahta geçerek ülkesini yönetmeye başlar.


Cemşid ü Hurşid'den
(Mesnevinin Yazılış Amacı)

1. Kitabı ki adıdur Cemşid ü Hurşid
Bu dilce eyidesin anı i Cemşid

2. İdesin aşk hâlin eyle rûşen
Kim ola can u dil anunla gülşen

3. Düzesin şöyle bir Azrâ vü Vâmık
Ki ide âb-ı ruh Azrâ vü Vâmık

4. Sözi anda eyle şirin idesin yâd
Ki Husrev anı işitse ola Ferhâd

5. Düzesin anı eyle hûb u mevzûn
Ki ola Leylî onun aşkında Mecnûn

6. Kühün efsânedür dastân-ı Husrev
Aduma tâze itgil sikke-i nev

7 Murassa ola onunla câm-ı Cemşid
Münevver ola onunla şem'-i Hurşîd


Günümüz Türkçesiyle

1. Kitabın adı Cemşid ve Hurşid'dir ki, Ey Cemşid (gibi değerli kişi) bu kitabı, dille (Türkçe) namzet.

2. Aşkı öyle anlat, öyle (güzel) anlat ki, gönül onunla gül bahçesi gibi olsun.

3. (Bunu, bu aşk hikayesini) Güzel bir kızla, sevdalı bir delikanlıya öyle anlatmalısın ki, Vamık ve Azra onunla şeref bulsunlar.

4. Sözü orada öyle tatlı (şirin) söylemelisin ki, o sözü işiten Husrev, Ferhad (gibi delice seven bir âşık) olsun.

5. Onu öyle güzel, öyle ölçülü (ahenkli) yaz ki, Leylâ, onun aşkıyla Mecnun'a dönsün.

6. Husrev (Husrev ü Şirin) hikayesi eskiden beri bilinen bir efsanedir. Sen benim adıma yeni bir sikke yap (yeni bir eser yaz).

7. Cemşîd'in kadehi onunla süslensin, Hûrşid'in mumu ışığını ondan alsın.



Gazel

Ne fettân gözlerün vardur ki kasd eyledi îmâna
Deler cigerleri gamzen girer nâ-hal yire kana

Güle gider iken bülbül yanagun alını görse
Olur âşüfte la’lünden ki azm itmez gülistâna

Eger kim câm-i sagrakdan içerse cür’ayı âşık
Olur imiş harâbâtî ne lâzım ana mey-hâne

N’ola cellâd ise gamzen esirgemez mi insânı
Esirger görücek kâfir garîblıkda müselmâna

Budur Ahmedî’nün âhı yidi göge çıkar vâhı
Sakın ey hûblarun şâhı çıkam gidem Karamân’a


Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=6551

Devamını oku...

24 Şubat 2017 Cuma

Âşık Paşa (1272-1332)


  • Asıl adı Ali'dir, mahlası Âşık'tır.
  • 14. yüzyılın ünlü tasavvuf şairlerinden biri de Aşık Paşa'dır.
  • O da Gülşehri gibi 14. yüzyılın önemli kültür merkezlerinden olan Kırşehir'dendir.
  • Aşık Paşa'nın Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli ve ünlü eseri Gâripnâme'dir. 
  • Aşık Paşa'nın hem aruz hem de heceyle yazılmış şiirleri, gazel ve ilahileri de vardır. 
  • İlahilerinde Yunus Emre havası sezilir.



Yapıtları

Garipname: Âşık Paşa, 1330'da yazdığı yaklaşık 12 000 beyitlik bir mesnevi olan bu eserinde halka tasavvufu öğretmeye çalışmıştır. Aruzun fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Konusu yönünden dinî-tasavvufî ve ahlâki bir eserdir. Bu eser 14. yüzyıl Anadolu Türkçesinin (Eski Anadolu Türkçesinin) özelliklerini yansıtması açısından da çok önemlidir. Âşık Paşa bu eserinde Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş ve eserini bilinçli olarak sade Türkçeyle yazmıştır. 

Fakrname: 161 beyitlik tasavvufi bir mesnevidir.

Vasf-ı Hal: 39 beyitlik bir mesnevidir. 

Hikaye: 59 beyitlik bir mesnevidir.

Fürkatname: 56 beyitlik bir mesnevidir.

Kîmyâ Risâlesi: Aşık Paşa'ya ait olduğu şüpheli olan bir mesnevidir. 



Garipname'den

Türk diline kimsene bakmazıdı,
Türklere hergiz (asla) gönül akmazıdı;

Türk dahı bilmezidi ol dilleri,
İnce yolı, ol ulu menzilleri.

Bu Garibnâme anın (ondan) geldi dile,
Kim bu dil ehli dahı ma'nî bile.
...

Dünyada beş kapı vardır ey safâ!
Her birine can ile kıl vefâ
Her kim o beş kapıdan alkış (dua) ala
Şeksüzin (şüphesiz) ondan Çalap hoşnut ola

İşit şimdi her birinin adını
Kim bilesin işbu sözün tadını

Birisi, ata ile ana durur
Birisi üstadın değil mi ne durur?
Birisi ahîdir, biri şeyh kapısu
Olsa gerek her birinin tapusu

Biri hod Hazret durur belli beyân
Beş kapı bunlardır bilgil iyân (açık, belli)



Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=6411


Devamını oku...

23 Şubat 2017 Perşembe

Murabba


Divan şiiri

  • Nazım birimi dörtlük olan bir nazım biçimidir.
  • Genellikle 4-8 dörtlükten oluşur.
  • Uyak düzeni çoğunlukla "aaaa - bbba - ccca - ddda"dır. Bazen "aaaA bbbA cccA dddA" şeklinde olur. (Büyük harfler aynen tekrar edilen mısraların kafiyesini göstermektedir.)
  • Her konuda yazılabilir. Ancak daha çok övgü, yergi, din-tasavvuf, aşk ile felsefi konular işlenir.
  • Aruz ölçüsüyle yazılır.
  • Şair mahlasını genellikle son beyitte söyler.


Murabba

Çözülme zülfüne ey dilrübâ dil bağlayanlardan
Kaçınma âteş-i aşkınla bağrın dağlayanlardan
Düşer mi ictinâb etmek seninçün ağlayanlardan?
Şirişk-i çeşmimün bak, farkı var mı çağlayanlardan

Havâyı perçeminle başka bir hâlet olur serde
Yeni baştan misâl-i Vâsıf uğrattın beni derde
Gamınla gerçi çoktan ağlarım amma bu günlerde
Şirişk-i çeşmimin bak, farkı var mı çağlayanlardan.

Enderunlu Vasıf



Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Esen Yayınları
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık

Devamını oku...

Mehmet Rauf (1875-1931)

Servet-i Fünun romanı

  • Halit Ziya'dan sonra Servet-i Fünun romanının en önemli ismidir.
  • Eserlerinde Servet-i Fünun anlayışına uygun romantik aşkları, duyguları, hayalleri, kişilerin iç dünyasını, hüzün ve karamsarlık konularını işlemiştir. Eserlerinde toplumsal konulara yer vermemiştir.
  • Romanlarında, psikolojik tahlillere önem vermiş ve bunda başarılı olmuştur. Çevre ve kişi betimlemelerine pek önem vermemiştir.
  • Halit Ziya'nın etkisinde kalan yazar, gerek roman tekniği gerek dil ve anlatımının sağlamlığı bakımından onun kadar başarılı olamamışsa da daha sade bir dil kullanmıştır.
  • Roman ve öykülerinde kendi hayatından kesitler vardır. Eserlerindeki kahramanlar aracılığıyla duygu ve düşüncelerini anlatmıştır.
  • Realizm ve natüralizmden etkilense de aşk, sevgi konularını işlediği için eserlerinde romantizmin de etkisi vardır.
  • Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı sayılan "Eylül" en ünlü romanıdır.



Yapıtları

Roman: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin, Define, Böğürtlen, Halas, Kan Damlası, Son Yıldız

Öykü: Kadın İsterse, Âşıkane, Bir Aşkın Tarihi, Son Emel, İhtizar, Pervaneler Gibi

Mensur Şiir: Siyah İnciler

Tiyatro: Sansar, Pençe, Cidal


ilk psikolojik roman

Eylül: Edebiyatımızdaki ilk psikolojik romandır. Mutlu bir evlilik sürmelerine karşın eşi Süreyya Bey'in arkadaşı Necip Bey ile gizli bir aşk yaşayan Suat Hanım'ın çıkmazları, dönemine göre oldukça derin ve ayrıntılı bir psikolojik yaklaşımla ele alınmıştır. Bu özelliğinden ötürü Eylül, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı kabul edilmektedir.


BÂRÂN-I BAHAR (BAHAR YAĞMURU)

Bir gün gelir, müzeyyen ağaçlar, şuh çiçekler, yeşil çayırlar bir nefha-i müncemide-i şitâ ile kuruyarak, solarak, sarararak harap olurlar; yapraklar düşer, çiçekler teverrüm eder, çayırlar çatlar: Tabiat ölür. Fakat sonra bir gün, hınçlı yağmurlardan sonra yine bir gün bu ağaçlar çiçeklenir, çayırlar titreşerek serpilirler; bir hayat-ı nev, bir ra'şe-i zindegî, bir taravet-i emel gelir: Yeniden bahar olur. Benimde de müzeyyen ümidlerim, nihayet-siz emellerim, mes'ud aşıklarım; gizli kederlerin, gayr-i mahsûs elemlerin dest-i kahrında kurudu, soldu, sarardı: Ruhum öldü. Fakat benim ruhumun, benim zavallı ruhumun baharı gelmiyor. Bir gün gelir; süslü ağaçlar, şuh çiçekler, yeşil çayırlar bir kışın dondurucu soluğu ile kuruyarak, solarak, sarararak harap olurlar; yapraklar düşer, çiçekler sararır, çayırlar çatlar: Tabiat ölür. Fakat sonra bir gün, hınçlı yağmurlardan sonra yine bir gün bu ağaçlar çiçeklenir, çayırlar titreşerek serpilirler; yeni bir hayat, bir canlılık titreyişi, bir emel tazeliği gelir: Yeniden bahar olur. Benim de süslü ümitlerim, sonsuz emellerim, mutlu aşklarım; gizli kederlerin, hissedilemez elemlerin kahredici elinde kurudu, soldu, sarardı: Ruhum öldü. Fakat benim ruhumun, benim zavallı ruhumun baharı gelmiyor.

Siyah İnciler-Mehmet RAUF


Kaynak: 11. Sınıf Türk Edebiyatı, Ekstrem Yayıncılık

Devamını oku...

22 Şubat 2017 Çarşamba

Halit Ziya Uşaklıgil (1865-1945)

Servet-i Fünun Edebiyatı

  • Servet-i Fünun edebiyatının roman ve öykü alanındaki en önemli ismidir.
  • Modern anlamda Türk romanının kurucusudur. Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk romanları yazmıştır.
  • Realizmin bütün ilkelerini başarılı bir şekilde uygulamıştır. Natüralizmden de etkilenmiştir.
  • G. Flaubert, H.de Balzac, A. Daudet, Goncourt Kardeşler gibi Fransız realist ve natüralist yazarlardan etkilenmiştir.
  • Halit Ziya'nın alışılmışın dışında bir söz dizimi vardır.
  • Anlatımı tekdüzelikten kurtarmak için devrik cümle ve eksiltili cümle kullanmış, bazı sıfatları isimlerin sonuna getirmiş, cümlenin sonunda değişik zamanlı fiiller kullanmıştır.
  • Sanatlı ve ağır bir dil kullanan sanatçı Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalara sıkça yer vermiştir.
  • Romanları teknik açıdan güçlüdür, kusursuzdur.
  • Roman ve öykülerinde kişiliğini gizlemiştir.
  • Gözlemci gerçekçiliği başarılı bir şekilde uygulamıştır.
  • Romanlarında ruh çözümlemelerine önem veren sanatçı, kahramanların iç ve dış dünyalarını anlatırken olabildiğince nesnel davranmıştır.
  • Kişileri yetiştikleri çevreye göre konuşturmuştur.
  • Romanlarında aydın, öğrenim görmüş, sanat ve edebiyattan anlayan kişileri ve çevrelerini; öykülerinde ise halkın yaşayış ve adetlerini işlemiştir.
  • Romanlarında sadece İstanbul'u anlatmış; öykülerinde ise Anadolu ve köy yaşamına, kasabalardaki yaşayışa yer vererek İstanbul dışına çıkmıştır. Öykülerinde dili romanlarına göre daha sadedir.
  • Eserlerindeki kişiler kendi çevresinde yaşayan kişilerdir.
  • Eserlerinde bireysel konuları işlemiştir. Sürekli yakınma, karamsarlık, hayal kırıklığı, mutluluğu arayıp bulamama ve aşk romanlarının başlıca konularıdır.
  • Türk edebiyatında ilk mensur şiir örneklerini vermiştir. Mensur şiir tarzının öncülüğünü yapmıştır.
  • Cumhuriyet'ten sonra dilini sadeleştirmiştir.

Eserleri

Roman: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Sefile, Nemide, Ferdi ve Şürekâsı, Bir Ölünün Defteri, Nesl-i Ahir

Öykü: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Aşka Dair, Hepsinden Acı, Kadın Pençesi, Bir Şi'ri Hayal, İzmir Hikayeleri, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Onu Beklerken

Mensur Şiir: Mensur Şiirler, Mezardan Sesler

Anı: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye

Tiyatro: Kâbus, Fare, Firüzan

Makale-Deneme: Sanata Dair


Mai ve Siyah : Edebiyatımızda Batılı anlamda gerçekçi ilk romandır. Şair, mizaçlı bir genç olan Ahmet Cemil'in ümitlerinin nasıl yıkıldığı anlatılır. Ahmet Cemil, okulu bitireceği sırada babasını kaybeder ve kendisiyle annesinden ve kız kardeşinden ibaret olan ailesini geçindirmek zorunda kalır. Bu işi başarabilmek için bir taraftan bazı kitapları çevirip satar, bir taraftan da özel dersler verir. Bütün bu ıstıraplı hayat şartları arasında, büyük ümitler bağladığı eserini de bitirmeye çalışır. Okulu bitirince gazetelere yazı yazarak geçinmeyi tercih ettiği için memur olmaz. Eseri basılacak, okunacak, meşhur ve zengin olduktan sonra, okul arkadaşı olan Hüseyin Nazmi'nin kız kardeşi Lamia'yı isteyecektir. Bu sevdadan kendisinden başkasının haberi yoktur. Bütün bu geleceğe ait olan şeyleri mavi, mehtaplı bir gecede hatırından geçirir. Fakat sonra bütün ümitleri birer birer söner; kız kardeşi birçok eza (sıkıntı verme) ve cefadan sonra ölür, sevgilisi Lamia da bir başkasıyla nişanlanır. Bütün bu olumsuzluklardan sonra Ahmet Cemil, yazdığı ve bütün ümitlerini bağladığı eserini kendi eliyle yakar ve annesini alarak bir gece İstanbul'dan -Yemen'e bir kaza kaymakamlığı için- ayrılır.


Aşk-ı Memnu: Eşi ölen Adnan Bey'in, iki küçük çocuğu bulunmasına rağmen ikinci bir evlilik yapmasıyla işlediği hatanın öyküsünün anlatıldığı realist bir romandır. Adnan Bey'in yeni evlendiği genç ve güzel karısı Bihter, İstanbul'un meşhur yüzlerinden Firdevs Hanım'ın kızıdır ve Adnan Bey'e sırf zenginliğinin hatırı için verilmiştir. Fakat bu zenginlik onun ihtiyaçlarını gidermez. Adnan Bey'in yalısında sürekli kalan, Behlül isimli genç ve macera arayan bir yeğen vardır; bu yeğen, yengesinin kalbinde "memnu (yasak) bir aşk" uyandırır. Fakat Behlül, bundan çabuk bıkarak yine eski hayatına döner, bu maceracı hayattan da bıkınca Adnan Bey'in kızı olan Nihal'i sever, onunla evlenmek üzere hazırlanırken Bihter'in aralarındaki ilişkiyi itirafıyla bu macera duyulur. Bihter intihar eder, Behlül kaçar; Nihal de, o kadın gelmeden önce olduğu gibi, babasıyla mutlu olmaya çalışır.




Kaynak: 11. Sınıf Türk Edebiyatı, Ekstrem Yayıncılık

Devamını oku...