Dede Korkut Hikâyeleri, 15. yüzyılda Akkoyunluların egemenliği altındaki Kuzeydoğu Anadolu ve Azerbaycan coğrafyasında, Oğuzların, çoğu zaman komşuları Rumlar, Gürcüler, Ermeniler ile zaman zaman da kendi içlerinde yaptıkları savaşları, iç çekişmeleri anlatan destansı halk hikâyeleridir.
Bu hikâyeler, Türk dilinin, halk edebiyatının, kültür ve felsefesinin en önemli tarihî metinlerinden biridir. Hikâyeler, Türk'ün hayatı kavrayışı, eşyayı anlamlandırışı, inanma şekli, kısaca bir bütün felsefesini ve mantığını yansıtmasıyla vazgeçilmez millî kültür kaynaklarının başında gelmektedir. Bu hikâyeleri değerlendiren edebiyat tarihçimiz Mehmet Fuat Köprülü'ye göre "Türk edebiyatının tamamı terazinin bir kefesine, Dede Korkut Hikâyeleri ise diğer kefesine konulursa Dede Korkut ağır basar. "
Eser, "boy" adı verilen 12 (Vatikan nüshasında altı) farklı hikâyeden oluşmaktadır. Bunlar: Boğaç Han, Salur Kazanın Evinin Yağmalanması, Bamsı Beyrek, Kazanoğlu Uruzûn Tutsak Olması, Duha Kocaoğlu Deli Dumrul, Kanlı Kocaoğlu Kanturalı, Kazılık Kocaoğlu Beg Yegenek, Tepegöz, Beginoğlu Evren, Salur Kazanın Tutsak Olması, İç Oğuz Dış Oğuza Asi Olduğu.
Boylarda Oğuz beylerinin temeli halk kahramanlığına dayalı serüvenleri ayrı ayrı anlatılmaktadır. Hikâyeler kendi içlerinde bütünlük gösterseler de ortak kahramanların bulunuşu, her hikâyenin sonunda Dede Korkut'un ortaya çıkıp konuyu bağlaması hikâyelerin birbirleriyle olan ilgilerini göstermektedir. Konuların büyük bölümünü, beylerin komşu Hristiyanlarla giriştikleri mücadeleler oluşturmaktadır.
Olaylar yalın, çarpıcı ve sade bir üslûpla anlatılmıştır. Yer yer olağanüstü kahramanlar ve olaylarla karşılaşılması, bu hikâyelere "destanî" özellikler katmaktadır.
Dede Korkut Hikâyeleri, (bilinmeyen bir kişi tarafından) 15. yüzyılda yazıya geçirilmiş olmakla birlikte, hikâyelerde bazı motif ve inanç unsurları, bunların çok daha önce bilinen metinler olduğunu göstermektedir. Hikâyelerde geçen Türkistan'a ait bazı yer isimleri, İslâmî şekle bürünmüş eski inanç biçimleri bu görüşü doğrulamaktadır.
Mesajlar arasında kahramanlık ön planda olmak üzere, töre ve gelenek, kadının toplumdaki eşit rolü, sadakat, aşk, doğruluk, erdem gibi değerler her hikâyede işlenmiştir.
Hikâyelerde nesir ve nazım karışık olarak görülmektedir.
Dede Korkut
Dede Korkut, bilgelik yönü ön plana çıkan, şair, eren, şaman, şeyh, danışman, vezir ve en nihayet hikâyelerde "Oğuz'un tam bilicisi" olarak gösterilmiş bir kişidir.
Reşidüdin'in Câmiü't-Tevarih'inde, Dede Korkut'un Oğuzların Bayat boyundan, Kara Hoca'nın oğlu olduğu, akıllı, keramet sahibi bulunduğu, Kayı İnal Han'a danışmanlık yaptığı yazılıdır. Ebul Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terâkime (Türklerin Soy Kütüğü) eserinde de aynı bilgiler tekrarlanır. Ayrıca Dede Korku'un Kayı boyundan olduğu, kendisinin Siri Derya'nın aşağısında beş hana danışmanlık yaptığı, Abbasiler devrinde yaşadığı, 295 yıl ömür sürdüğü anlatılmaktadır. Ali Şir Nevaî de Nesâi'mül-mahabbe adlı tezkiresinde Dede Korkut'un keramet sahibi bir kişi olduğunu yazmaktadır.
Kazak ve Kırgız Türklerinde Korkut Ata en büyük ermişlerden sayılarak baksıların piri olarak görülür. İnanışa göre, o, kopuzu ilk yapan ve Şamanlara çalmayı öğreten ilk şamandır.
Dede Korkut, göçebe Türklerin yüceltip kutsallaştırdığı, bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen kabile teşkilatını koruyan bir Oğuz büyüğüdür. Halkın atası, kabilenin reisi, bilgin, güçlü halk ozanı ve bilge olarak Dede Korkut'un tasviri kitabın başından sonuna kadar tekrarlanır. Hanlar güç durumlarda ona danışırlar. Öğütler veren, yol gösteren, içinden çıkılmaz gibi görünen güçlükleri çözen hep odur.
Dede Korkut Hikâyelerinin Nüshaları
Eserin iki nüshası vardır.
Dresden Nüshası: Nüsha, Kıtab-ı Dedem Korkut alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân adını taşır. 1815'te F. Von Diez tarafından Dresden Kraliyet Kütüphanesi'nde bulunmuştur. 12 hikâyeden oluşur.
Vatikan Nüshası: İtalyan Türkolog Ettore Rossi tarafından 1952'de Vatikan Kütüphanesi'nde bulunmuştur. Bu nüshada 6 hikâye yer almaktadır.
Dede Korkut Türkçesi
Dede Korkut'un dili ağırlıkla Azerbaycan Türkçesinin özelliklerini göstermesine rağmen hikâyelerin bütün dil özelliklerinin bu lehçeye ait olduğu söylenemez. Metinler, Oğuz Türkçesinin henüz yazı dili hâline gelmediği zamana kadar uzanır.
Hikâyelerde fazladan söylenmiş bir cümle, bir kelime, bir ibare yok gibidir. Cümleler, kısa ve genellikle tek yüklemlidir. Bu üslûp, geleneksel destan anlatıcılarının bir izdüşümü olarak görülebilir.
Kaynak: Türk Dili Tarihi, Prof. Dr. Ali AKAR, Ötüken Neşriyat
sagol
YanıtlaSil