Sayfalar

17 Nisan 2017 Pazartesi

Halk Hikâyesi


Gerçek ya da gerçeğe yakın olayların anlatıldığı uzun soluklu anlatım türüdür. Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan öykülerdir. 

İslamiyet'ten önceki Türk edebiyatında çok yaygın olan destan geleneği, İslamiyet'in kabulünden sonra halk hikâyeleriyle varlığını sürdürür.

Anonim halk edebiyatı ürünlerinin zengin bir kolu da halk hikâyeleridir. Bunlar, destan ile roman arasında, romana daha yakın olan ürünlerdir.

Türk edebiyatında halk hikâyesi özelliği gösteren ilk eser, Dede Korkut Hikâyeleri'dir.

Halk hikayeleri sözlü gelenek içinde varlığını sürdürür, el yazmaları çıkarılarak kimi zaman evlerde, kimi zaman da kahveler gibi toplu bulunulan yerlerde okuma bilen bir kimse tarafından dinleyicilere okunurdu.


Halk hikayelerini masaldan ayıran yan, gerçeğe daha yakın olması, olay-kişi-yer ve zaman unsurlarının gerçek yaşamla daha çok örtüşmesidir. 


Halk hikayelerinin destandan farkı da mitolojiye dayanmamasıdır. Kahramanlıkların yerini aşk konusunun alması, çoğunlukla nesir olması, destandan ayrılan diğer yanlarıdır. 

Romandan ayrılan yanları ise düz anlatımın içinde şiir parçalarına yer vermesi, olağan olayların ve kahramanların içine olağanüstülükleri de katmasıdır. Roman, halk hikâyelerine göre daha derin çözümlemelere, tasvirlere girer; gerçeği daha iyi ve daha ustaca yansıtır.


Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri
  • Aşk, sevgi ve kahramanlık gibi konular işlenir.
  • Ortaya çıktıkları dönemin sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerini yansıtır.
  • Olaylar halkın anlayacağı, sade bir dille anlatılır.
  • Âşıklar, olayları saz çalarak taklitler yaparak anlatırlar.
  • Kişiler ve olaylar gerçeğe yakındır; olağanüstülükler oldukça sınırlıdır.
  • Anlatıcıları halk ozanları, şairler, âşıklar gibi kültürü olan kişilerdir.
  • Anlatımda nazım ve nesir birlikte kullanılır. Hikâyelerde olayın anlatımını hızlandırmak için nesre başvurulurken, duyguları daha etkili yansıtmak için nazım kullanılmıştır.
  • Halk hikâyeleri sözlü gelenek ürünleridir, yani anonimdir.
  • 16. yüzyıldan itibaren destanın yerini almıştır.
  • Nazım-nesir karışıktır.
  • Anlatmaya ve olaya dayanan bir türdür.
  • Masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır.
  • Halk hikâyesinin içinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü, bilmece vb. örneklerine rastlanabilir.
  • Özel anlatıcıları vardır. Meddahlar veya âşıklar tarafından anlatılır. Anlatıcıları okur-yazar, az çok kültürlü kişilerdir.
  • Genellikle mutlu bir biçimde biter.
  • Kahramanların yaptığı dua ve beddualar mutlaka kabul edilir. Kahramanın en büyük yardımcısı Hz. Hızır, ondan sonra attır.
  • Kahramanlar genellikle dört şekilde âşık olur:
Bade içme,
Resme bakarak âşık olma,
İlk görüşte âşık olma,
Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince.



Aşk Hikâyeleri: Âşık Garip, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Emrah ile Selvi, Derdiyok ile Zülfüsiyah... (Bir kısmı yaşanmış, bir kısmı hayalidir. Bir kısmı divan edebiyatındaki mesnevilerden alınmıştır.)







Kahramanlık Hikâyeleri: Zaloğlu Rüstem, Köroğlu, Battal Gazi, Dede Korkut 

Halk hikâyelerinin kaynağını edebiyat tarihçimiz Fuat Köprülü şöyle sınıflandırır: Türk kaynaklı olanlar, İslam geleneğinden gelen dini konular, İran geleneğinden gelenler


TAHİR İLE ZÜHRE

ÖZET

Geçmiş zaman ve eski günlerde zengin ve şöhretli bir padişah vardır. Malı, mülkü, askeri kısaca her şeyi vardır. Ancak çocuğu olmamaktadır. Doktorlara gitmiş derdine çare bulamamıştır. Bunlardan fayda göremeyince kendisini eğlenceye verir ve yaptırdığı bahçeye gidip gelmeye başlar.

Bir gün veziri ile çarşıda dolaşmaya çıkar. “Her kim bana bir altın verirse tanrı onun muradını versin.” diyen bir dilenciye para verir. Oradan ayrılıp bahçeye doğru giderler ve bir ağacın altında otururlar. İlerideki bir ağacın altında da yaşlı bir derviş görürler, onun yanına giderler. Derviş “Marifetlerim vardır.” deyince padişah gönlünden geçeni bilmesini ister. Derviş de padişah ve vezirin çocuğunun olmadığını, evlat istediklerini bilir. Bunun üzerine dervişten yardım isterler. Derviş cebinden  bir elma çıkarır ve ikiye böler. Bu elmaları yerlerse çocukları olacağını, padişahın kızı, vezirin oğlu olacağını ama onları ayırmamalarını, evlendirmelerini söyler. Padişah da vezir de çok sevinir. Akşam elmayı yerler ve dokuz ay on gün sonra padişahın kızı, vezirin oğlu olur. Kızın adını Zühre, oğlanın adını Tahir koyarlar.

Tahir ile Zühre birlikte büyürler. En tanınmış hocalardan ders alırlar ve çok zeki olduklarından her şeyi öğrenirler. Fakat on yaşında Zühre’nin gönlü Tahir’e düşer ve uyurken Tahir’i öper. Tahir çok kızar çünkü kardeş olduklarını sanır. Bir gün Zühre Tahir’i yine öper ve Tahir de Zühre’yi döver. Zühre o kadar üzülür ki Allah’a “Allah’ım benim sevgimin yarısını Tahir’e ver.” diye dua eder. Tahir de Zühre’ye aşık olur. Bu sefer Zühre kendini naza çeker. Ancak kardeş olmadıklarını öğrenen Tahir ile Zühre günden güne birbirine daha çok bağlanırlar. Sazlarını alıp birbirlerine türkü söylerler. Bunları gören Arap köle padişahın karısına haber verir. 

Padişah kızını Tahir’le evlendirmenin zamanı geldiğini söyler. Ancak karısı kızının padişah oğluyla evlenmesini istemektedir. Padişah kendi gözleriyle aşıkları görmek ister ve görünce de aşıkları evlendirmeye karar verir. Bu arada Tahir rüyasında iki kara köpeğin kendisine saldırdığını görür ve rüyası çıkar. Padişahın karısı, padişaha sihirbaz cadının yaptığı şerbeti içirince padişah Tahir'den soğur ve onu saraydan kovar. Aşkı ile yanıp tutuşan Tahir, Zühre’nin köşkünün önüne gelerek sitem dolu türküler söyler. Zühre de olayları dadısından öğrenir ve her şeyi Tahir’e açıklar. Arap köle bunları görünce yine padişaha haber verir. Bu sefer padişah onu Mardin’e sürer. 

Mardin’de yedi yıl kalan Tahir bir gün Allah’a dua eder ve onu zindandan kurtarmasını ister. Duası kabul olur, zindanın açılan kapısından siyah atıyla Hızır gelir ve onu atına alıp o uyurken Zühre’nin köşkünün önüne bırakır. Zühre, Tahir’i dadısına gönderir. O günden sonra her gece gizli gizli buluşup zevk ve sefa eylerler. Fakat bir gün Tahir rüyasında yine kara köpeklerin etrafını sardığını görür.

Rüyası yine çıkar çünkü Arap köle onları yine görmüştür. Bunu padişaha haber verir ve Tahir, üstü açık bir sandıkla Şat suyuna bırakılır. 

Şat suyu kenarında da göl padişahının sarayı vardır. Zühre bunu bildiği için göl padişahının kızına mektup yazar ve göl padişahının kızları da onu bulurlar. Göl padişahının üç kızı da Tahir’i sevmektedir ve bir gün onu paylaşamadıkları için kavga ederken Tahir bunları duyar ve kaçar. Bir çeşme başında dua eder ve uyur. 

At sesiyle uyanınca yanında bir derviş görür. Yine ata biner ve gözlerini kapatır. Derviş “aç” dediği zaman Tahir kendisini Zühre’nin köşkü önünde olduğunu görür. Dadısına gider. Dertleşirler. 

Bir gün Tahir davul zurna sesleri duyar ve dadısından Zühre’nin evleneceğini öğrenir. Kadın elbisesi ile düğüne gider. Kendini Zühre’ye tanıtır. Ertesi gün Zühre ile anlaşırlar. Hamama gitmek için çıkıp kaçmaya karar verirler. 

Ancak Arap köle de kadın kılığına girmiş ve onları görmüştür. Arap köle durumu padişaha haber verir. Padişah Tahir’i yakalatır. Mecliste onu ve kızını anmadan üç hane türkü söylerse affedeceğini söyler. Tahir iki haneyi söyler fakat üçüncü hanede Zühre'nin içeri girdiğini görünce onun ismini kullanır. Padişah da onun boynunu vurdurmaya karar verir. Cellat Tahir’in boynunu vurmadan Tahir namaz kılıp Allah’a ruhunu alması için dua eder ve hemen ölür. 

Bunu gören Zühre aklını kaçırır. Hekimler çare bulamaz hatta Tahir’in etini yedirmeye çalışırlar ama dadısından bunu öğrenen Zühre çok kızar, Tahir’in mezarına gider. Allah’a ruhunu alması için dua eder ve ölür. Mezara gelen Arap köle de Zühre’ye aşık olduğu için kendini hançerle öldürür. Padişah kızını Tahir’e vermediği için pişman olur ama iş işten geçmiştir.

Bir süre sonra aşıklara mezar yapılır. Arap köle de başuçlarına gömülür. Oradan geçenler Zühre'nin mezarında beyaz bir gül fidanı, Tahir’in üzerinde ise kırmızı bir gül fidanı görürler. Arap’ın mezarında da kara bir çalı bitmiştir. Her sene aşıklar baltalarla o çalıyı keserler ancak çalının yine bittiğini görürler. Ziyaretgâh olan mezarları da aşıklar ve bağrı yanıklar sürekli ziyaret ederler.


Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayınları
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Editör Yayınevi
LYS Edebiyat, Limit Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder