Sayfalar

13 Nisan 2017 Perşembe

Eleştiri

öğretici metinler, eleştiri nedir, eleştirinin özellikleri

Eleştiri (tenkid), herhangi bir sanat eseri veya sanatçı üzerinde olumlu veya olumsuz görüşlerin ortaya konulduğu, bunların değerleri hakkındaki düşüncelerin belirtildiği, kısacası bir yargıya varıldığı yazılara denir. Kişinin kendi eleştirisini yansıtan yazılara öz eleştiri (otokritik) adı verilir. Kritik, tenkid, eleştiri aynı anlamda kullanılır. Eleştiri yazarına eskiden münekkid, bugün ise eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci veya tenkid yazarı denilmektedir.

Eleştiri metinlerinde açıklayıcı ve kanıtlayıcı anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu metinlerde dil daha çok dil ötesi işlevde kullanılır. Bununla birlikte metnin kimi bölümlerinde dilin göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanıldığı da olur. 

Eleştiri yazarı, sanat eseri veya sanatçının değerini ortaya koyarak toplumun sanat zevkine ve anlayışına yön veren kişidir. Bu nedenle ağır bir sorumluluk altındadır. Bu sorumluluk, onun çok yönlü, tarafsız ve geniş kültürlü olmasını gerektirir. Ayrıca onu sağlam bir dil kültürüne, açık ve sade bir anlatıma sahip olmaya zorlar.

Eleştiri yazarı, konusuna olumlu yönden yaklaşmalıdır. İyileştirmek, düzeltmek ve güzelleştirmek düşüncesinden hareket etmeli; yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Eleştiri yazarı, yeni bir eser ortaya koymaz. Ortaya konulmuş olan bir eseri yargılar ve değeri hakkındaki görüşünü belirtir. Bu açıdan onun görevi, toplumuna kılavuzluk yapmaktır.

Engin (geniş) bir sanat kültürüne sahip olması gereken eleştiri yazarı, eleştirdiği eserin kimin tarafından, hangi zaman ve çevrede, hangi şartlar altında yazıldığını dikkate almalı, kendi türündeki yerli ve yabancı eserlerle karşılaştırmasını yapmalıdır. Bunlar yapılmadan sağlıklı bir eleştiri yazılamaz.  

Eleştirilen bir sanat eseri ise konusu, dil ve üslubu, tekniği (olayların sıraya konuluşu) kahramanları, gözlem ve tasvirleri yönlerinden değerlendirilir. Yazarın orijinal görüş ve duyuşları belirlenir. Kısacası, eserlerin sanat hayatına katkıları ve getirdiği yeni boyutlar ortaya konulur. Eğer bir sanatçı eleştiriliyorsa onun aksayan ve özgün yönleri belirtilmeli ve sanatını geliştirmesi için uyarılarda bulunulmalıdır. 


Eleştiri yazılarının planı, makaleninki gibidir.

Giriş bölümünde; eserin özü ortaya konulur. Hangi sanat anlayışına göre, nerede, ne zaman, nasıl yazıldığı belirtilir. Benzerleri ile kıyaslaması yapılır. 

Gelişme bölümünde, eser hakkındaki olumlu veya olumsuz yargıların nedenleri tek tek ortaya konulur. Her yargı ayrı bir paragrafta işlenir.

Sonuç bölümünde ise eser hakkındaki yargı, açık ve kesin bir anlatımla, hiçbir yanılgıya yol açmayacak biçimde belirtilir.

“Eleştirmek” ve “tenkit etmek” kelimeleri günümüz Türkçesinde sözlük anlamlarının dışında kullanılarak bir çeşit anlamsal evrime, bir başka deyişle anlam kötüleşmesine uğramış ve “yermek” bazen de “hicvetmek” ve “taşlamak” fiillerinin yerine kullanılır olmuştur. Oysa “eleştirmek” kelimesi, “tenkit etmek” kelimesinin eş anlamlısı olsun diye türetilmiştir. Yani “incelemek, araştırmak, değer biçmek, değerlendirmek, o anki durumunu tespit etmek, buna göre bir hüküm vermek, gerçek değerini ortaya çıkarmak” anlamlarında kullanılsın diye...

Eleştiri kültürüyle demokrasi arasında çok sıkı bir ilişki vardır: Eleştiri yapabilme özgürlüğü, demokratik toplumların en belirgin özelliğidir. Bir ülkede özgür eleştirinin yapılabileceği bir ortam yoksa o toplumda demokrasiden söz etmeye de imkân yoktur. Demokratik toplumlarda siyasetçiler, yazarlar, entelektüeller, sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarında görev alan kişiler ve diğer vatandaşlar; siyaset, toplumsal düzen, kültür, sanat, ekonomi vb. alanlarda, şiddeti övmeden ve kimseye hakaret etmeden her tür görüş, öneri ve eleştirilerini açıkça dile getirirler. Yaptıkları eleştirilerden ötürü herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmayacaklarını bilirler. Demokratik olmayan toplumlarda ise eleştiri yapmak ya açıkça ya da dolaylı yollardan yasaklanmıştır. 


Türk Edebiyatında Eleştiri

Türk edebiyatına Tanzimat'la birlikte giren eleştiri türünün başlıca yazarları Namık Kemal, Recaizâde Mahmut Ekrem, Hüseyin Cahit Yalçın, Nurullah Ataç, Vedat Günyol, Tahir Alangu, Asım Bezirci, Metin And, Özdemir Nutku, Prof. Mehmet Kaplan ve Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar'dır.

1866’da Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan "Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir" isimli yazının, edebiyatımızdaki ilk eleştiri metni olduğu kabul edilmektedir. Namık Kemal, bu yazısında divan edebiyatı hakkında küçültücü ifadeler kullanarak yeni bir dil ve edebiyat anlayışının gerekli olduğu düşüncesini işlemiştir. Namık Kemal, bu düşünceyi Ziya Paşa’nın “Harâbât” isimli şiir antolojisini eleştirmek için mektup biçiminde kaleme aldığı eleştiri türünde yazılmış ilk yapıt olan Tahrîb-i Hârâbât (1876) adlı eserinde de ileri sürmüştür.

Tanzimat öncesi Türk edebiyatında bugün anladığımız şekliyle eleştiri türünde metinler yoktur ancak eleştirel tutumu yansıtan birtakım eserler vardır. Bu eserleri üç ana grupta toplamak mümkündür: 

1. Şuara tezkireleri: Bugün anladığımız şekliyle eleştiriye en yakın metin türü şuara tezkireleridir. Bu tezkirelerde genellikle şöyle bir yol izlenmiştir: Önce şairin yaşam öyküsü (biyografisi) hakkında bazı bilgiler verilmiş, daha sonra bol sıfatlı birkaç cümleyle şiirinin özellikleri üzerinde durulmuş, ardından da söz konusu şairin şiirlerinden bazı mısralar verilmiştir.  Bu metinlerin eleştiriyle benzerlik gösterdiği bölümler, şiirlerin özelliklerinin anlatıldığı bölümlerdir. Bu bölümde bir tek metnin ele alınıp değerlendirilmesi ve çözümlenmesi yoluna gidilmemiş, şairin eserlerinin geneliyle ilgili doğrudan övgü ya da yergiye dayalı basmakalıp ifadelerin kullanılmasıyla yetinilmiştir.

2. Kasideler: Divan edebiyatında kaside nazım biçimiyle oluşturulmuş bazı şiirlerde doğrudan edebî metinlerin eleştirisine yönelik bir bakış açısı yoksa da genel bir tutum olarak eleştirel bakış açısı belli ölçülerde vardır. Genellikle bir devlet ya da siyaset adamının aşırı övgü ya da yergi bağlamında özelliklerinin anlatıldığı metinler olan kasideler içinde övgü ağırlıklı olanlar mersiyeler, fahriyeler ve methiyeler; yergi ağırlıklı olanlar ise hicviyelerdir. 

3. Taşlamalar: Taşlama, divan edebiyatındaki hicviyenin halk edebiyatındaki karşılığıdır.

ELEŞTİRİ ÖRNEĞİ

TANPINAR'IN ŞİİR DÜNYASI 

Tanpınar'ın şiirleri bizde ilk bakışta plastik ve müzikal bir tesir bırakır. Aynı zamanda hem gözümüzü, hem kulağımızı tatmin eden şair, dış alemi ve hayallerini statik veya dinamik, yahut her iki tasvir tarzını birleştiren şiirler yazmıştır. Fakat onların kendilerine has ahenkleri olduğu da inkar edilemez. O bu suretle okuyucuda, kendi tabiriyle "bir rüya hali" yaratmak istemiştir. Olgunluk çağında yazdığı şiirler hep bu gayeye göredir. Ve kanaatimize göre bu gayesine ulaşmıştır. 

Kelimelerin fonetik imkanlarından ziyade, mısralar içindeki değişik dalgalanmalarından doğan gizli bir iç ahenge refakat eden renkli ve zengin bir hayaller silsilesi... Tanpınar'ın şiiri böyle bir formül ile tarif olunabilir.

Yalnız hepsi bunlardan ibaret değildir. Bu akan musikinin ve hayallerinin arasından bir insan konuşur ve bize aşk, ızdırap, neşe, korku, ümit ve özleyişlerden bahseder. Biraz dikkat edince, kelimelerle oynar gibi gözüken bu virtüöz veya estetin "çırpınan bir ruh"u olduğunu fark ederiz. 

Tanpınar'ın şiirlerini okurken ben, zaman zaman şuna kani olmuşumdur: Onda güzellik veya estetizm "bin hasretle delik deşik" kalbinin yaralarını sarmak için maharetle kullandığı bir vasıtadan başka bir şey değildir. O, bazen en gizli ve derin olanını okuyucunun kelime oyunu sayabileceği imajlar arkasına saklar. Hatta kendisi de vasıta olarak kullanmaz mı? "Akşam" şiirini tahlil ederken bunu kuvvetle hissettim. "Siyah, dağınık bir bulut"u, Boğaz'ın tenha suları üzerinde hayal oyunu intibaı verir. Fakat şiir tahlil ederken de belirtmeye çalıştığım gibi, burada, alelade hayatı aşarak ebediyeti özleyen bir insanın gizli iştiyakı saklıdır. 

Tanpınar; bütün şiirlerinde gökyüzüne, yıldızlar alemine doğru gitmek ister. Acaba neden? Bu sadece şairane bir davranış tarzı mıdır?

Yoksa Tanrı'sı ile buluşmak için gök katlarını aşan peygamberin miracına benzer bir iştiyakın ifadesi midir?

Ben bu ikinci fikre inanıyorum.

Evvelce de birkaç kere belirtmiştim, Tanpınar, güzelliği dinin yerine koymak istemiştir. Fakat dinin de güzelliğin de kaynağı, insanoğlunun içinde kendisini durmadan rahatsız eden, şairimizin deyimini kullanarak söyleyelim, "imkansız" iştiyakların ne olduğunu bizzat açık ve seçik olarak bilmediği birtakım ideal hedeflere doğru atılışıdır. Şair de, rakkase gibi, oyununu "sonsuz varlığın eşiğinde" yahut "karşısında" oynar. Ve rakkase nasıl her an değişen hareketleri, "savrulan yüzü, çılgın kolları" ile bir şeyi "ümitsizce" ele geçirmeye çalışıyorsa şair de, kelimeleri ve hayalleri ile kaybolmuş veya var olduğunu hissettiği bir varlığı bulmaya  savaşır. "Her sanatın temelinde bir Orfeus efsanesi vardır" diyen Tanpınar'ın bu sözünü, hiç olmazsa kendi şiirleri bakımından doğru buluyor, rüya ve hayallerinin boş birer fantezi yahut lalettayin bir oyun olduğuna inanmıyorum. 

(...)

Bizi doğrudan doğruya ilgilendiren estetik kıymet bakımından kat'i olarak ileri sürülebilecek hüküm şudur: Tanpınar'ın şiirleri aşk, ölüm, hayat, tabiat ve san'at gibi insan hayatını çok yakından ilgilendiren hadiseler ve vakıalar karşısında duyulmuş hisleri ahenkli ve plastik mısralarla ifade eden "güzel", "mükemmel" kelimeleriyle vasıflandırmaktan çekinilmeyecek hakiki şiirlerdir. 

Tanpınar, mizacı bakımından sosyal problemlerden çok, psikolojik ve estetik meselelere daha bağlı idi. Onu sosyal meselelere karşı sırt çevirdi diye itham etmenin doğru olduğuna kani değilim. Pek çok örnek gösteriyor ki, kimse zorla şu veya bu tipte mükemmel bir şair olamaz. Her şair, eğer kabiliyeti varsa bunu işlemek suretiyle kendine göre bir özellik yaratır. Goethe, Spinoza'nın şu cümlesini sık sık tekrarlamış: "Her insan, kendi sahasında ebedidir." 

Tanpınar'ın başarısı, kendisini keşfettikten sonra hayatı boyunca mizacına bağlı kalmış olması ve onu aynı istikamette kültürü ve yaşayışı ile geliştirmesidir. İşte bu üç şeyin, mizaç, kültür ve çalışmasının birleşmesidir ki, onu neslinin en kuvvetli ve en mükemmel şairi yapmıştır. Serbest vezinle yazdığı şiirlerinde hatta nesirlerinde dahi kendi kendisidir. 

Mehmet Kaplan             
(Tanpınar'ın Şiir Dünyası, 1963, s. 160-163)


Kaynaklar
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Ekstrem Yayıncılık
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Esen Yayınları

2 yorum: