Sayfalar

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Turgut Uyar (1927-1985)

Hayatı

       4 Ağustos 1927'de Ankara’da doğdu. Babası subay olduğu için ilk öğrenimini çeşitli şehirlerde tamamladı. 1946’da Bursa Işıklar Lisesini, 1947’de Askeri Memurlar Okulunu bitirdi. Askeri Memurlar Okulunda öğrenciyken evlendi. Üç çocuğu oldu. Posof, Terme ve Ankara'da askeri memur olarak çalıştı. 1958'de subaylıktan ayrılarak SEKA'nın Ankara bürosunda çalışmaya başladı. Sonra eşinden boşandı. 1967'de emekliye ayrılarak İstanbul'a yerleşti. 1969'da Tomris Uyar ile evlendi ve bir çocuğu (Hayri Turgut Uyar) oldu. 22 Ağustos 1985'te hayata gözlerini yumdu ve Rumelihisarı Mezarlığı'na defnedildi.


Edebi Kişiliği




  • İlk şiiri 'Yad' 1947’de Yedigün dergisinde çıktı.Çeşitli dergilerde yer alan şiirleriyle adını duyurdu.
  • Ölçülü, uyaklı ilk dönem şiirlerinde daha çok kişisel yaşantısı üzerinde durdu.
  • Aşk, ayrılık, ölüm temalarını işlediği bu dönem şiirlerinde Garip akımının izleri görülür. Daha sonra yoğun imgelerin ve simgeci bir söyleyişin etkili olduğu şiirleriyle İkinci Yeni'nin başlıca şairlerinden biri oldu.
  • Sanatını halk şiirinin deyişleri ve divan şiirinin biçimlerinden yararlanarak geliştirdi. 
  • Büyük kent yaşamını bütün karmaşıklığı, parçalılığı ve sarsıntılarıyla içeren bir şiir oluşturdu. Lirik şiirin geleneksel sınırlarını zorladı.
  • Şiirle düzyazı arasındaki ayrımı ortadan kaldırdı. Son dönem şiirlerinde başlangıçtaki zengin doku giderek yalınlaştı, daha karamsar olmaya başladığı görüldü.
  • Türk şiiri üzerine yazıları ve edebiyat eleştirileriyle de ilgi topladı. Şiirleri İngilizce, Fransızca ve Sırpça'ya çevrildi.


Eserleri

Şiir: Arz-ı Hal, Türkiye’m, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler Islak, Her Pazartesi, Divan, Toplandılar, Kayayı Delen İncir, Dün Yok mu, Büyük Saat (Bütün Şiirleri)
İnceleme: Bir Şiirden



Kaynaklar

https://www.turkedebiyati.org/sairler/turgut_uyar.html
https://www.edebiyatogretmeni.org/turgut-uyar/
https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/goge-baktiran-sair-turgut-uyar-91-yasinda,xag7M6zNhEydtTnpsG0ZMw/XP9Y_60m1U2dY2ReXFpG2g
https://listelist.com/turgut-uyar-kimdir/
https://onedio.com/haber/89-dogum-gununde-unutulmaz-sair-turgut-uyar-ve-14-siiri-355120

Devamını oku...

11 Haziran 2017 Pazar

Edebiyat Tarihi

edebiyat-tarih ilişkisi

Tarihin de edebiyatın da temel konusu insandır, toplumdur. Bir toplumun yarattığı edebiyat ürünlerine bakılarak o toplumun coğrafi konumu, dinî inançları, ekonomisi, adalet ve hukuk düzeni, gelenekleri ve siyasî yaşamı, uygarlık düzeyi hakkında pek çok bilgi edinilir. Bu da edebiyatın tarihle ve medeniyet tarihiyle yakın bir ilişki içinde olduğunu ortaya koyar.

Bir edebiyat eserini tam olarak anlamak ve yorumlayabilmek için o eserin yaratıldığı dönemin toplumsal yaşamını, duyuş ve düşünüş tarzını, o dönemin önemli olaylarını bilmek gerekir. Bu da gösterir ki tarih biliminden yararlanmadan edebiyatın tarihsel değişimi ve gelişimi tam olarak değerlendirilemez. Bu noktada karşımıza edebiyat tarihi çıkmaktadır.


İşte edebiyat tarihi, edebi eserlerle o eserleri yaratanları sosyal çevreleriyle birlikte kronolojik (zaman bilimsel) olarak inceleyen bilim dalıdır.



Bir ulusun çağlar boyunca meydana getirdiği edebi eserleri incelemek, düşünce ve duyguda izlediği yolu, geçirdiği evreleri tanımak, edebiyat tarihinin temel konusunu oluşturur. Bu açıdan bakıldığında edebiyat tarihi, uygarlık tarihinin önemli bir koludur.




Edebiyat tarihinin temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
  • Edebiyat tarihi, edebi eserleri ve onları yaratan kişileri ele alıp inceler.
  • Edebi eserlerin yaratıcılarını, yaşadıkları çağın ve sosyal çevrenin özelliklerini göz önünde bulundurarak inceler.
  • Edebiyat tarihi, eseri ve yaratıcısını çağının koşullarından ve toplumsal yapısından soyutlamadığı için o ulusun çağlar boyunca geçirdiği değişmeleri ve gelişmeleri izleyerek ulusların manevi varlığını ortaya koyar.
  • Edebiyat tarihi, doğrudan bir kültür tarihi olmamakla birlikte din, felsefe, ahlak ve sanat tarihlerinin konularını da içine alan bir kapsama sahiptir, bunlar belirli ölçülerde edebiyat tarihinin içinde yer alır.
  • Edebiyat tarihi yalnızca bilgi vermekle yetinmez. Araştırır, inceler, insanlığın tarihini ve gidişatını ele alır; bir ulusun dünya görüşünü yansıtır; çağın anlayışını ve inanışını ortaya koyar. Bu nedenle edebiyat tarihi yalnızca edebi eserleri değil, çağın bilimsel ve düşünsel ürünlerini de inceleme alanına katabilir.
  • Edebiyat tarihi, bir yazarı tanıtırken, onun yetiştiği çevreyi, öğrenimini, kişilik özelliklerini, dünya görüşünü ve yaşam tarzını da araştırıp ortaya koyar. Bir yazarın eserlerinin anlaşılması için gereken her türlü bilgiyi verir.

Edebiyat Tarihçisi

Edebiyat tarihi alanında çalışan sanatçılara edebiyat tarihçisi denir.

Osmanlı’da edebiyat tarihi adını taşıyan ilk kitap, Abdülhalim Memduh’un Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye’sidir (1889).

Ülkemizde Batılı anlamda edebiyat tarihi çalışmaları Tanzimat döneminde başlamıştır.

Edebiyat tarihi konusunda çalışmaları olan yazarlarımız ve eserleri:

Mehmet Fuat Köprülü - Türk Edebiyatı Tarihi
Agâh Sırrı Levent - Türk Edebiyatı Tarihi
Mustafa Nihat Özön - Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi
Ahmet Hamdi Tanpınar - 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi
Vasfi Mahir Kocatürk - Türk Edebiyatı Tarihi
Nihad Sâmî Banarlı - Resimli Türk Edebiyatı Tarihi
Ahmet Kabaklı - Türk Edebiyatı


Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık
turkedebiyati.org
islamansiklopedisi.info

Devamını oku...

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Karagöz (Gölge Oyunu)

gölge oyunu
  • Deriden kesilen ve "tasvir" de denilen birtakım figürlerin arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanan  bir oyundur.
  • Göstermeye bağlı edebi türlerdendir.
  • Geleneksel Türk halk tiyatrosunun türlerinden biridir.
  • Halkın ortak malıdır, kimin düzenlediği bilinmez.
  • Karagöz oyunundaki perdeye "hayal perdesi" ya da "küşteri" adı verilir.
  • "Karagözcü" adı verilen sanatçılar, zaman içinde dönemin koşullarına göre oyuna bir şeyler eklemişlerdir.
  • Tipler aynı kişi tarafından seslendirilir.
  • Karagöz oyunlarının metinleri 19. yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmıştır.
  • Karagöz, yazılı bir metne bağlı kalınarak oynanan oyun değildir.  Sözlü gelenek içinde yaşatılan biraz da karagözcünün birikimine ve yeteneğine göre değiştirdiği birtakım hikayelerdir. Karagöz oyununda amaç halkı eğlendirmek, eğlendirirken de Türk halkının gelenek, töre ve ahlak anlayışı doğrultusunda bir ibret dersi vermektir. Örneğin yalan, hırsızlık, haksızlık ve iftira gibi olumsuz şeyler oyunda kınanır, Türk halkının saygı gösterdiği değerler gözetilir, onlara bir saygısızlık yapılmaz.
  • Değişik şive ve ağız taklitlerine yer verilir. Güldürü ögesi ön plandadır.
  • Usta-çırak geleneği içinde sürdürülür.
  • Müzikten yararlanılır.
  • Cinas ve tevriye sanatlarına sıkça yer verilir.
  • Karagöz oyunu Osmanlı toplumunun dilini, inançlarını, gelenek ve göreneklerini, sanatını, sosyal ve siyasi olaylara bakışını yansıtan bir kaynak niteliği taşır.
  • Karagöz oynatan kişilere "karagözcü/hayali/hayalbaz" adı verilir. Oyunda usta kişidir. Yardımcısına yardak denir. Yardak tef çalar, yeri geldiğinde de perde gazeli okur.
  • Karagöz ve Hacivat oyunun iki temel kişisidir.

Karagöz: Saf, temiz kalpli, zeki ama okumamış insanları temsil eder. Cahil halk tipini simgeler. Cesur, gözü pek bir karaktere sahiptir. Bu nedenle başı çoğu kez belaya girer. Hacivat'ın yardımıyla kurtulur. Türkçeyi ağdalı bir şekilde bozarak konuşan taşralı tiplerle ve  Hacivat'la alay eder.

Hacivat: Tipik bir aydındır, bildiklerini sergilemekten hoşlanır. Kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Herkesin nabzına göre şerbet vermeyi bilir. Az buçuk okumuşluğundan dolayı Arapça ve Farsça sözcükleri kullanır. Aydın kesimi temsil eder. Aynı zamanda afyon tiryakisidir.
  • Her meslek, yöre ve sınıftan insan yer alabilir. Herkes kendi şivesi ile konuşturulur. Oyunun diğer kişileri şunlardır: Zenne (kadın tipini canlandıran erkek), Çelebi (genç mirasyedi), Tuzsuz Deli Bekir (sarhoş, kabadayı) Beberuhi (aptal, cüce, şımarık), Acem (tüccar), Kayserili (kurnaz, pastırmacı), Arnavut (bahçıvan), Efe (zorba), Tiryaki (afyon tiryakisi), Laz (gemici), Kastamonulu (bekçi, oduncu), Frenk (doktor, terzi), Yahudi (sarraf), Matiz (sarhoş), Bolulu (aşçı), Arap (dilenci), Ermeni, Yahudi, Köçek, Soytarı, Çengi...


Oyun dört bölümden oluşur:

1. Mukaddime (Giriş): Giriş bölümüdür. Hacivat'ın sahneye geldiği bölümdür. Hacivat müzik eşliğinde bir semai okur, "Hay... Hak!" diyerek söze başlar, arada bir "perde gazeli" okur. Bölüm sonunda dua ederek Karagöz'ü perdeye davet eder. Karagöz, Hacivat'ın çıkarttığı gürültüye kızar, kavga ederler. 

2. Muhavere (Söyleşme): Karagöz ile Hacivat'ın karşılıklı konuştuğu bölümdür. Oyunun konusu ile ilgili olmayan konuşmalar yer alır.

3. Fasıl: Asıl oyunun yer aldığı bölümdür. Karagöz oyunları bu bölümde anlatılan olaya göre çeşitli isimler alır: Ağalık, Ayşecik, Baskın, Binbirdirek, Büyük Evlenme, Deli Dumrul, Eczane, Hamam, Kanlı Kavak, Kanlı Nigar, Karagöz Aşçı, Kayık, Köylü Evlenmesi, Mandıra, Sahte Gelin, Sünnet, Tahmis, Yangın... (Konuların bir kısmı, divan hikâyelerinden alınmıştır.)

4. Bitiş: Oyunun son bölümüdür. Perdede yalnızca Karagöz ve Hacivat kalır. Hacivat "Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman." diyerek perdeyi terk eder. Karagöz "Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola." diyerek, oyunu bitirir.



Kaynaklar
LYS Edebiyat, Limit Yayınları
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık

Devamını oku...

18 Nisan 2017 Salı

Milli Edebiyat Dönemi Şiiri


  • Halk şiiri savunulmuştur. Koşma-mani tipi uyak örgüsü kullanılmıştır. Yarım uyak ve rediften yararlanılmıştır.
  • Aruz ölçüsü yerine şiirimizin geleneksel ve ulusal ölçüsü sayılan "hece ölçüsü" benimsenmiştir.
  • Nazım birimi olarak dörtlük esas alınmıştır ama Batılı biçimler de kullanılmıştır.
  • Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanılmıştır. 
  • Sade bir dil kullanılmıştır.
  • Doğa, yurt güzellikleri, kahramanlık ve Anadolu gibi konular işlenmiştir.
  • Türkçülük düşüncesiyle hareket edilmiştir. 
  • Duygudan ziyade fikirler ön plana çıkmış ve didaktik (öğretici) eserler verilmiştir.
  • Romantik söyleyiş hakimdir, toplumsal konulara tam olarak değinilmemiştir.
  • "Halka doğru" ilkesi benimsenmiş ve milli konular işlenmiştir.

Milli Edebiyat Dönemi şiirini üçe ayırabiliriz. 

1. Sade Dille ve Hece Ölçüsüyle Yazılmış Şiir

2. Saf (Öz) Şiir

3. Halkın Yaşayış Tarzını ve Değerlerini Anlatan Manzumeler


Şiirdeki Diğer Yönelimler

Nayiler

  • Halit Fahri Ozansoy, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, Yakup Salih, Hasan Sait gibi gençlerin destekledikleri bu hareket, ulusal edebiyatın oluşmasını, "ulusal geçmişe bağlanış"ta görür. Nayilerin asıl belirleyicileri, Yahya Kemâl ve Şahabettin Süleyman'dır.
  • Bu görüşün temelinde, Türk edebiyatının ilk dönemlerine inerek 13. yüzyılın büyük mutasavvıflarından Mevlana Celalettin Rumi ile Yunus Emre'nin şiirlerindeki içten söyleyişi, coşkulu ve gizemli havayı şiirlerinde yaşatmak yatar.
  • Şiirde ölçüyü ve ahengi esas almışlardır. 
  • Şahabettin Süleyman'ın, Sefahat-ı Şiir ve Fikir dergisinde (1914 s.1) "Nayiler Yeni Bir Gençlik Karşısında" başlıklı makalesiyle tanıttığı bu topluluk, düşüncelerini ortaya koyacak yapıtlar veremeden dağılmıştır.  Pek etkili olmamıştır.

Nev-Yunanilik (Havza Edebiyatı)

  • Türk edebiyatını temelinden batılılaştırmak için "Eski Yunan edebiyatını örnek almışlardır."
  • Eski Akdeniz uygarlığıyla ilgili olduğu için Havza Edebiyatı ya da Nev-Yunanilik adını vermişlerdir.
  • Yahya Kemâl ve Yakup Kadri bu anlayışı benimsemişlerdir.
  • Bu eğilimin örnekleri de Yahya Kemal'in "Sicilya Kızları" ve "Biblos Kadınları" adlı şiirleri ile Yakup Kadri'nin "Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri" başlıklı yazısıyla sınırlı kalmıştır.
  • Nev-Yunanilik dönemini etkileyen bir gelişme göstermemiştir. 
  • Şiirimizdeki asıl temsilcisi Salih Zeki Aktay olarak görülür.


Kaynaklar
11. Sınıf Türk Edebiyatı, Ekstrem Yayıncılık
LYS Edebiyat, Limit Yayınları

Devamını oku...

17 Nisan 2017 Pazartesi

Halk Hikâyesi


Gerçek ya da gerçeğe yakın olayların anlatıldığı uzun soluklu anlatım türüdür. Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan öykülerdir. 

İslamiyet'ten önceki Türk edebiyatında çok yaygın olan destan geleneği, İslamiyet'in kabulünden sonra halk hikâyeleriyle varlığını sürdürür.

Anonim halk edebiyatı ürünlerinin zengin bir kolu da halk hikâyeleridir. Bunlar, destan ile roman arasında, romana daha yakın olan ürünlerdir.

Türk edebiyatında halk hikâyesi özelliği gösteren ilk eser, Dede Korkut Hikâyeleri'dir.

Halk hikayeleri sözlü gelenek içinde varlığını sürdürür, el yazmaları çıkarılarak kimi zaman evlerde, kimi zaman da kahveler gibi toplu bulunulan yerlerde okuma bilen bir kimse tarafından dinleyicilere okunurdu.


Halk hikayelerini masaldan ayıran yan, gerçeğe daha yakın olması, olay-kişi-yer ve zaman unsurlarının gerçek yaşamla daha çok örtüşmesidir. 


Halk hikayelerinin destandan farkı da mitolojiye dayanmamasıdır. Kahramanlıkların yerini aşk konusunun alması, çoğunlukla nesir olması, destandan ayrılan diğer yanlarıdır. 

Romandan ayrılan yanları ise düz anlatımın içinde şiir parçalarına yer vermesi, olağan olayların ve kahramanların içine olağanüstülükleri de katmasıdır. Roman, halk hikâyelerine göre daha derin çözümlemelere, tasvirlere girer; gerçeği daha iyi ve daha ustaca yansıtır.


Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri
  • Aşk, sevgi ve kahramanlık gibi konular işlenir.
  • Ortaya çıktıkları dönemin sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerini yansıtır.
  • Olaylar halkın anlayacağı, sade bir dille anlatılır.
  • Âşıklar, olayları saz çalarak taklitler yaparak anlatırlar.
  • Kişiler ve olaylar gerçeğe yakındır; olağanüstülükler oldukça sınırlıdır.
  • Anlatıcıları halk ozanları, şairler, âşıklar gibi kültürü olan kişilerdir.
  • Anlatımda nazım ve nesir birlikte kullanılır. Hikâyelerde olayın anlatımını hızlandırmak için nesre başvurulurken, duyguları daha etkili yansıtmak için nazım kullanılmıştır.
  • Halk hikâyeleri sözlü gelenek ürünleridir, yani anonimdir.
  • 16. yüzyıldan itibaren destanın yerini almıştır.
  • Nazım-nesir karışıktır.
  • Anlatmaya ve olaya dayanan bir türdür.
  • Masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır.
  • Halk hikâyesinin içinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü, bilmece vb. örneklerine rastlanabilir.
  • Özel anlatıcıları vardır. Meddahlar veya âşıklar tarafından anlatılır. Anlatıcıları okur-yazar, az çok kültürlü kişilerdir.
  • Genellikle mutlu bir biçimde biter.
  • Kahramanların yaptığı dua ve beddualar mutlaka kabul edilir. Kahramanın en büyük yardımcısı Hz. Hızır, ondan sonra attır.
  • Kahramanlar genellikle dört şekilde âşık olur:
Bade içme,
Resme bakarak âşık olma,
İlk görüşte âşık olma,
Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince.



Aşk Hikâyeleri: Âşık Garip, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Emrah ile Selvi, Derdiyok ile Zülfüsiyah... (Bir kısmı yaşanmış, bir kısmı hayalidir. Bir kısmı divan edebiyatındaki mesnevilerden alınmıştır.)







Kahramanlık Hikâyeleri: Zaloğlu Rüstem, Köroğlu, Battal Gazi, Dede Korkut 

Halk hikâyelerinin kaynağını edebiyat tarihçimiz Fuat Köprülü şöyle sınıflandırır: Türk kaynaklı olanlar, İslam geleneğinden gelen dini konular, İran geleneğinden gelenler


TAHİR İLE ZÜHRE

ÖZET

Geçmiş zaman ve eski günlerde zengin ve şöhretli bir padişah vardır. Malı, mülkü, askeri kısaca her şeyi vardır. Ancak çocuğu olmamaktadır. Doktorlara gitmiş derdine çare bulamamıştır. Bunlardan fayda göremeyince kendisini eğlenceye verir ve yaptırdığı bahçeye gidip gelmeye başlar.

Bir gün veziri ile çarşıda dolaşmaya çıkar. “Her kim bana bir altın verirse tanrı onun muradını versin.” diyen bir dilenciye para verir. Oradan ayrılıp bahçeye doğru giderler ve bir ağacın altında otururlar. İlerideki bir ağacın altında da yaşlı bir derviş görürler, onun yanına giderler. Derviş “Marifetlerim vardır.” deyince padişah gönlünden geçeni bilmesini ister. Derviş de padişah ve vezirin çocuğunun olmadığını, evlat istediklerini bilir. Bunun üzerine dervişten yardım isterler. Derviş cebinden  bir elma çıkarır ve ikiye böler. Bu elmaları yerlerse çocukları olacağını, padişahın kızı, vezirin oğlu olacağını ama onları ayırmamalarını, evlendirmelerini söyler. Padişah da vezir de çok sevinir. Akşam elmayı yerler ve dokuz ay on gün sonra padişahın kızı, vezirin oğlu olur. Kızın adını Zühre, oğlanın adını Tahir koyarlar.

Tahir ile Zühre birlikte büyürler. En tanınmış hocalardan ders alırlar ve çok zeki olduklarından her şeyi öğrenirler. Fakat on yaşında Zühre’nin gönlü Tahir’e düşer ve uyurken Tahir’i öper. Tahir çok kızar çünkü kardeş olduklarını sanır. Bir gün Zühre Tahir’i yine öper ve Tahir de Zühre’yi döver. Zühre o kadar üzülür ki Allah’a “Allah’ım benim sevgimin yarısını Tahir’e ver.” diye dua eder. Tahir de Zühre’ye aşık olur. Bu sefer Zühre kendini naza çeker. Ancak kardeş olmadıklarını öğrenen Tahir ile Zühre günden güne birbirine daha çok bağlanırlar. Sazlarını alıp birbirlerine türkü söylerler. Bunları gören Arap köle padişahın karısına haber verir. 

Padişah kızını Tahir’le evlendirmenin zamanı geldiğini söyler. Ancak karısı kızının padişah oğluyla evlenmesini istemektedir. Padişah kendi gözleriyle aşıkları görmek ister ve görünce de aşıkları evlendirmeye karar verir. Bu arada Tahir rüyasında iki kara köpeğin kendisine saldırdığını görür ve rüyası çıkar. Padişahın karısı, padişaha sihirbaz cadının yaptığı şerbeti içirince padişah Tahir'den soğur ve onu saraydan kovar. Aşkı ile yanıp tutuşan Tahir, Zühre’nin köşkünün önüne gelerek sitem dolu türküler söyler. Zühre de olayları dadısından öğrenir ve her şeyi Tahir’e açıklar. Arap köle bunları görünce yine padişaha haber verir. Bu sefer padişah onu Mardin’e sürer. 

Mardin’de yedi yıl kalan Tahir bir gün Allah’a dua eder ve onu zindandan kurtarmasını ister. Duası kabul olur, zindanın açılan kapısından siyah atıyla Hızır gelir ve onu atına alıp o uyurken Zühre’nin köşkünün önüne bırakır. Zühre, Tahir’i dadısına gönderir. O günden sonra her gece gizli gizli buluşup zevk ve sefa eylerler. Fakat bir gün Tahir rüyasında yine kara köpeklerin etrafını sardığını görür.

Rüyası yine çıkar çünkü Arap köle onları yine görmüştür. Bunu padişaha haber verir ve Tahir, üstü açık bir sandıkla Şat suyuna bırakılır. 

Şat suyu kenarında da göl padişahının sarayı vardır. Zühre bunu bildiği için göl padişahının kızına mektup yazar ve göl padişahının kızları da onu bulurlar. Göl padişahının üç kızı da Tahir’i sevmektedir ve bir gün onu paylaşamadıkları için kavga ederken Tahir bunları duyar ve kaçar. Bir çeşme başında dua eder ve uyur. 

At sesiyle uyanınca yanında bir derviş görür. Yine ata biner ve gözlerini kapatır. Derviş “aç” dediği zaman Tahir kendisini Zühre’nin köşkü önünde olduğunu görür. Dadısına gider. Dertleşirler. 

Bir gün Tahir davul zurna sesleri duyar ve dadısından Zühre’nin evleneceğini öğrenir. Kadın elbisesi ile düğüne gider. Kendini Zühre’ye tanıtır. Ertesi gün Zühre ile anlaşırlar. Hamama gitmek için çıkıp kaçmaya karar verirler. 

Ancak Arap köle de kadın kılığına girmiş ve onları görmüştür. Arap köle durumu padişaha haber verir. Padişah Tahir’i yakalatır. Mecliste onu ve kızını anmadan üç hane türkü söylerse affedeceğini söyler. Tahir iki haneyi söyler fakat üçüncü hanede Zühre'nin içeri girdiğini görünce onun ismini kullanır. Padişah da onun boynunu vurdurmaya karar verir. Cellat Tahir’in boynunu vurmadan Tahir namaz kılıp Allah’a ruhunu alması için dua eder ve hemen ölür. 

Bunu gören Zühre aklını kaçırır. Hekimler çare bulamaz hatta Tahir’in etini yedirmeye çalışırlar ama dadısından bunu öğrenen Zühre çok kızar, Tahir’in mezarına gider. Allah’a ruhunu alması için dua eder ve ölür. Mezara gelen Arap köle de Zühre’ye aşık olduğu için kendini hançerle öldürür. Padişah kızını Tahir’e vermediği için pişman olur ama iş işten geçmiştir.

Bir süre sonra aşıklara mezar yapılır. Arap köle de başuçlarına gömülür. Oradan geçenler Zühre'nin mezarında beyaz bir gül fidanı, Tahir’in üzerinde ise kırmızı bir gül fidanı görürler. Arap’ın mezarında da kara bir çalı bitmiştir. Her sene aşıklar baltalarla o çalıyı keserler ancak çalının yine bittiğini görürler. Ziyaretgâh olan mezarları da aşıklar ve bağrı yanıklar sürekli ziyaret ederler.


Kaynaklar
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayınları
10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Editör Yayınevi
LYS Edebiyat, Limit Yayınları

Devamını oku...

14 Nisan 2017 Cuma

Türkü

anonim halk şiiri
  • Anonim halk şiirinin en yaygın ve en çok sevilen nazım biçimidir.
  • Türküler birbirinden farklı ezgilerle söylenir.
  • Türküler genellikle anonimdir ancak söyleyeni belli olan türküler de vardır.
  • Türküler iki bölümden oluşur. Birinci bölümde türkünün asıl sözleri bulunur, buna bent adı verilir. İkinci bölüm ise her bendin sonunda tekrarlanan nakarattır, bu bölüme bağlantı ya da kavuştak bölümü denir.
  • Türküler hecenin ölçüsünün farklı kalıplarıyla söylenir. Genellikle yedili, sekizli ve on birli hece ölçüsü kullanılmıştır.
  • Türkülerin konuları oldukça geniştir. Aşk, günlük olaylar, kahramanlıklar ve savaşlar, gurbet, özlem, ayrılık acısı türkülerin belli başlı temalarını oluşturur.
  • Türküler üç şekilde sınıflandırılır:

➤ Ezgilerine göre türküler
Konularına göre türküler
Yapılarına göre türküler







 Türkü

1. Söğüdün yaprağı nârindir nârin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeyneb'i ettiler bu hafta gelin
Zeyneb'im Zeyneb'im anlı Zeyneb'im
Üç köyün içinde şanlı Zeyneb'im
             
2. Zeynep bu güzellik var mı soyunda
Elvan elvan güller kokar koynunda
Arife gününde bayram ayında
Zeyneb'im Zeyneb'im anlı Zeyneb'im
Üç köyün içinde şanlı Zeyneb'im

3. Zeyneb'e yaptırdım altından tarak
Tara da zülfünü gerdana bırak
Görüşmek isterim yollarım ırak
Zeyneb'im Zeyneb'im anlı Zeyneb'im
Üç köyün içinde şanlı Zeyneb'im

4. Zeyneb'in alı var alı neylesin
Al yanak üstüne şalı neylesin
Bu yosmalık dururken malı neylesin
Zeyneb'im Zeyneb'im anlı Zeyneb'im
Üç köyün içinde şanlı Zeyneb'im

5. Zile'nin yolları dardır geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez
Anadan geçilir yardan geçilmez
Zeyneb'im Zeyneb'im anlı Zeyneb'im
Üç köyün içinde şanlı Zeyneb'im


Kaynak: 10. Sınıf Türk Edebiyatı, Palme Yayıncılık

Devamını oku...

13 Nisan 2017 Perşembe

Eleştiri

öğretici metinler, eleştiri nedir, eleştirinin özellikleri

Eleştiri (tenkid), herhangi bir sanat eseri veya sanatçı üzerinde olumlu veya olumsuz görüşlerin ortaya konulduğu, bunların değerleri hakkındaki düşüncelerin belirtildiği, kısacası bir yargıya varıldığı yazılara denir. Kişinin kendi eleştirisini yansıtan yazılara öz eleştiri (otokritik) adı verilir. Kritik, tenkid, eleştiri aynı anlamda kullanılır. Eleştiri yazarına eskiden münekkid, bugün ise eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci veya tenkid yazarı denilmektedir.

Eleştiri metinlerinde açıklayıcı ve kanıtlayıcı anlatımdan sıkça yararlanılır. Bu metinlerde dil daha çok dil ötesi işlevde kullanılır. Bununla birlikte metnin kimi bölümlerinde dilin göndergesel işlevde ve heyecana bağlı işlevde kullanıldığı da olur. 

Eleştiri yazarı, sanat eseri veya sanatçının değerini ortaya koyarak toplumun sanat zevkine ve anlayışına yön veren kişidir. Bu nedenle ağır bir sorumluluk altındadır. Bu sorumluluk, onun çok yönlü, tarafsız ve geniş kültürlü olmasını gerektirir. Ayrıca onu sağlam bir dil kültürüne, açık ve sade bir anlatıma sahip olmaya zorlar.

Eleştiri yazarı, konusuna olumlu yönden yaklaşmalıdır. İyileştirmek, düzeltmek ve güzelleştirmek düşüncesinden hareket etmeli; yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Eleştiri yazarı, yeni bir eser ortaya koymaz. Ortaya konulmuş olan bir eseri yargılar ve değeri hakkındaki görüşünü belirtir. Bu açıdan onun görevi, toplumuna kılavuzluk yapmaktır.

Engin (geniş) bir sanat kültürüne sahip olması gereken eleştiri yazarı, eleştirdiği eserin kimin tarafından, hangi zaman ve çevrede, hangi şartlar altında yazıldığını dikkate almalı, kendi türündeki yerli ve yabancı eserlerle karşılaştırmasını yapmalıdır. Bunlar yapılmadan sağlıklı bir eleştiri yazılamaz.  

Eleştirilen bir sanat eseri ise konusu, dil ve üslubu, tekniği (olayların sıraya konuluşu) kahramanları, gözlem ve tasvirleri yönlerinden değerlendirilir. Yazarın orijinal görüş ve duyuşları belirlenir. Kısacası, eserlerin sanat hayatına katkıları ve getirdiği yeni boyutlar ortaya konulur. Eğer bir sanatçı eleştiriliyorsa onun aksayan ve özgün yönleri belirtilmeli ve sanatını geliştirmesi için uyarılarda bulunulmalıdır. 


Eleştiri yazılarının planı, makaleninki gibidir.

Giriş bölümünde; eserin özü ortaya konulur. Hangi sanat anlayışına göre, nerede, ne zaman, nasıl yazıldığı belirtilir. Benzerleri ile kıyaslaması yapılır. 

Gelişme bölümünde, eser hakkındaki olumlu veya olumsuz yargıların nedenleri tek tek ortaya konulur. Her yargı ayrı bir paragrafta işlenir.

Sonuç bölümünde ise eser hakkındaki yargı, açık ve kesin bir anlatımla, hiçbir yanılgıya yol açmayacak biçimde belirtilir.

“Eleştirmek” ve “tenkit etmek” kelimeleri günümüz Türkçesinde sözlük anlamlarının dışında kullanılarak bir çeşit anlamsal evrime, bir başka deyişle anlam kötüleşmesine uğramış ve “yermek” bazen de “hicvetmek” ve “taşlamak” fiillerinin yerine kullanılır olmuştur. Oysa “eleştirmek” kelimesi, “tenkit etmek” kelimesinin eş anlamlısı olsun diye türetilmiştir. Yani “incelemek, araştırmak, değer biçmek, değerlendirmek, o anki durumunu tespit etmek, buna göre bir hüküm vermek, gerçek değerini ortaya çıkarmak” anlamlarında kullanılsın diye...

Eleştiri kültürüyle demokrasi arasında çok sıkı bir ilişki vardır: Eleştiri yapabilme özgürlüğü, demokratik toplumların en belirgin özelliğidir. Bir ülkede özgür eleştirinin yapılabileceği bir ortam yoksa o toplumda demokrasiden söz etmeye de imkân yoktur. Demokratik toplumlarda siyasetçiler, yazarlar, entelektüeller, sanatçılar, sivil toplum kuruluşlarında görev alan kişiler ve diğer vatandaşlar; siyaset, toplumsal düzen, kültür, sanat, ekonomi vb. alanlarda, şiddeti övmeden ve kimseye hakaret etmeden her tür görüş, öneri ve eleştirilerini açıkça dile getirirler. Yaptıkları eleştirilerden ötürü herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmayacaklarını bilirler. Demokratik olmayan toplumlarda ise eleştiri yapmak ya açıkça ya da dolaylı yollardan yasaklanmıştır. 


Türk Edebiyatında Eleştiri

Türk edebiyatına Tanzimat'la birlikte giren eleştiri türünün başlıca yazarları Namık Kemal, Recaizâde Mahmut Ekrem, Hüseyin Cahit Yalçın, Nurullah Ataç, Vedat Günyol, Tahir Alangu, Asım Bezirci, Metin And, Özdemir Nutku, Prof. Mehmet Kaplan ve Prof. Ahmet Hamdi Tanpınar'dır.

1866’da Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan "Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir" isimli yazının, edebiyatımızdaki ilk eleştiri metni olduğu kabul edilmektedir. Namık Kemal, bu yazısında divan edebiyatı hakkında küçültücü ifadeler kullanarak yeni bir dil ve edebiyat anlayışının gerekli olduğu düşüncesini işlemiştir. Namık Kemal, bu düşünceyi Ziya Paşa’nın “Harâbât” isimli şiir antolojisini eleştirmek için mektup biçiminde kaleme aldığı eleştiri türünde yazılmış ilk yapıt olan Tahrîb-i Hârâbât (1876) adlı eserinde de ileri sürmüştür.

Tanzimat öncesi Türk edebiyatında bugün anladığımız şekliyle eleştiri türünde metinler yoktur ancak eleştirel tutumu yansıtan birtakım eserler vardır. Bu eserleri üç ana grupta toplamak mümkündür: 

1. Şuara tezkireleri: Bugün anladığımız şekliyle eleştiriye en yakın metin türü şuara tezkireleridir. Bu tezkirelerde genellikle şöyle bir yol izlenmiştir: Önce şairin yaşam öyküsü (biyografisi) hakkında bazı bilgiler verilmiş, daha sonra bol sıfatlı birkaç cümleyle şiirinin özellikleri üzerinde durulmuş, ardından da söz konusu şairin şiirlerinden bazı mısralar verilmiştir.  Bu metinlerin eleştiriyle benzerlik gösterdiği bölümler, şiirlerin özelliklerinin anlatıldığı bölümlerdir. Bu bölümde bir tek metnin ele alınıp değerlendirilmesi ve çözümlenmesi yoluna gidilmemiş, şairin eserlerinin geneliyle ilgili doğrudan övgü ya da yergiye dayalı basmakalıp ifadelerin kullanılmasıyla yetinilmiştir.

2. Kasideler: Divan edebiyatında kaside nazım biçimiyle oluşturulmuş bazı şiirlerde doğrudan edebî metinlerin eleştirisine yönelik bir bakış açısı yoksa da genel bir tutum olarak eleştirel bakış açısı belli ölçülerde vardır. Genellikle bir devlet ya da siyaset adamının aşırı övgü ya da yergi bağlamında özelliklerinin anlatıldığı metinler olan kasideler içinde övgü ağırlıklı olanlar mersiyeler, fahriyeler ve methiyeler; yergi ağırlıklı olanlar ise hicviyelerdir. 

3. Taşlamalar: Taşlama, divan edebiyatındaki hicviyenin halk edebiyatındaki karşılığıdır.

ELEŞTİRİ ÖRNEĞİ

TANPINAR'IN ŞİİR DÜNYASI 

Tanpınar'ın şiirleri bizde ilk bakışta plastik ve müzikal bir tesir bırakır. Aynı zamanda hem gözümüzü, hem kulağımızı tatmin eden şair, dış alemi ve hayallerini statik veya dinamik, yahut her iki tasvir tarzını birleştiren şiirler yazmıştır. Fakat onların kendilerine has ahenkleri olduğu da inkar edilemez. O bu suretle okuyucuda, kendi tabiriyle "bir rüya hali" yaratmak istemiştir. Olgunluk çağında yazdığı şiirler hep bu gayeye göredir. Ve kanaatimize göre bu gayesine ulaşmıştır. 

Kelimelerin fonetik imkanlarından ziyade, mısralar içindeki değişik dalgalanmalarından doğan gizli bir iç ahenge refakat eden renkli ve zengin bir hayaller silsilesi... Tanpınar'ın şiiri böyle bir formül ile tarif olunabilir.

Yalnız hepsi bunlardan ibaret değildir. Bu akan musikinin ve hayallerinin arasından bir insan konuşur ve bize aşk, ızdırap, neşe, korku, ümit ve özleyişlerden bahseder. Biraz dikkat edince, kelimelerle oynar gibi gözüken bu virtüöz veya estetin "çırpınan bir ruh"u olduğunu fark ederiz. 

Tanpınar'ın şiirlerini okurken ben, zaman zaman şuna kani olmuşumdur: Onda güzellik veya estetizm "bin hasretle delik deşik" kalbinin yaralarını sarmak için maharetle kullandığı bir vasıtadan başka bir şey değildir. O, bazen en gizli ve derin olanını okuyucunun kelime oyunu sayabileceği imajlar arkasına saklar. Hatta kendisi de vasıta olarak kullanmaz mı? "Akşam" şiirini tahlil ederken bunu kuvvetle hissettim. "Siyah, dağınık bir bulut"u, Boğaz'ın tenha suları üzerinde hayal oyunu intibaı verir. Fakat şiir tahlil ederken de belirtmeye çalıştığım gibi, burada, alelade hayatı aşarak ebediyeti özleyen bir insanın gizli iştiyakı saklıdır. 

Tanpınar; bütün şiirlerinde gökyüzüne, yıldızlar alemine doğru gitmek ister. Acaba neden? Bu sadece şairane bir davranış tarzı mıdır?

Yoksa Tanrı'sı ile buluşmak için gök katlarını aşan peygamberin miracına benzer bir iştiyakın ifadesi midir?

Ben bu ikinci fikre inanıyorum.

Evvelce de birkaç kere belirtmiştim, Tanpınar, güzelliği dinin yerine koymak istemiştir. Fakat dinin de güzelliğin de kaynağı, insanoğlunun içinde kendisini durmadan rahatsız eden, şairimizin deyimini kullanarak söyleyelim, "imkansız" iştiyakların ne olduğunu bizzat açık ve seçik olarak bilmediği birtakım ideal hedeflere doğru atılışıdır. Şair de, rakkase gibi, oyununu "sonsuz varlığın eşiğinde" yahut "karşısında" oynar. Ve rakkase nasıl her an değişen hareketleri, "savrulan yüzü, çılgın kolları" ile bir şeyi "ümitsizce" ele geçirmeye çalışıyorsa şair de, kelimeleri ve hayalleri ile kaybolmuş veya var olduğunu hissettiği bir varlığı bulmaya  savaşır. "Her sanatın temelinde bir Orfeus efsanesi vardır" diyen Tanpınar'ın bu sözünü, hiç olmazsa kendi şiirleri bakımından doğru buluyor, rüya ve hayallerinin boş birer fantezi yahut lalettayin bir oyun olduğuna inanmıyorum. 

(...)

Bizi doğrudan doğruya ilgilendiren estetik kıymet bakımından kat'i olarak ileri sürülebilecek hüküm şudur: Tanpınar'ın şiirleri aşk, ölüm, hayat, tabiat ve san'at gibi insan hayatını çok yakından ilgilendiren hadiseler ve vakıalar karşısında duyulmuş hisleri ahenkli ve plastik mısralarla ifade eden "güzel", "mükemmel" kelimeleriyle vasıflandırmaktan çekinilmeyecek hakiki şiirlerdir. 

Tanpınar, mizacı bakımından sosyal problemlerden çok, psikolojik ve estetik meselelere daha bağlı idi. Onu sosyal meselelere karşı sırt çevirdi diye itham etmenin doğru olduğuna kani değilim. Pek çok örnek gösteriyor ki, kimse zorla şu veya bu tipte mükemmel bir şair olamaz. Her şair, eğer kabiliyeti varsa bunu işlemek suretiyle kendine göre bir özellik yaratır. Goethe, Spinoza'nın şu cümlesini sık sık tekrarlamış: "Her insan, kendi sahasında ebedidir." 

Tanpınar'ın başarısı, kendisini keşfettikten sonra hayatı boyunca mizacına bağlı kalmış olması ve onu aynı istikamette kültürü ve yaşayışı ile geliştirmesidir. İşte bu üç şeyin, mizaç, kültür ve çalışmasının birleşmesidir ki, onu neslinin en kuvvetli ve en mükemmel şairi yapmıştır. Serbest vezinle yazdığı şiirlerinde hatta nesirlerinde dahi kendi kendisidir. 

Mehmet Kaplan             
(Tanpınar'ın Şiir Dünyası, 1963, s. 160-163)


Kaynaklar
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Ekstrem Yayıncılık
11. Sınıf Dil ve Anlatım, Esen Yayınları

Devamını oku...