Sayfalar

16 Ağustos 2016 Salı

Divanu Lugati't-Türk

Kâşgarlı Mahmud

Divanu Lugati't-Türk (Türk Lehçeleri/Ağızları Sözlüğü), Kâşgarlı Mahmud tarafından 1072-1074 arasında yazılmış Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Türkçemizin bilinen ilk sözlüğü, ilk dil bilgisi kitabı, ilk ansiklopedisidir. 

Elimizdeki tek nüsha (kitabın el yazısıyla çoğaltılmış kopyalarından biri), İstanbul Fatih'teki Millet Kütüphanesindedir. Bu nüsha, Muhammed bin ebi Bekr ibn ebi'l-Feth tarafından Kâşgarlı'dan yaklaşık iki yüz yıl sonra 1266'da yazılmıştır. 


Yazılış Amacı

Kâşgarlı Mahmud, Buharalı ve Nişaburlu iki ayrı imamdan "Türklerin dilini öğreniniz çünkü onların egemenliği uzun sürecektir." şeklinde bir hadis duyduğunu eğer bu bir sahih hadis ise Türk dilini öğrenmenin Peygamber buyruğu ve dinî bir gereklilik olduğunu, hadisin sahih olmaması durumunda da aklın Türk dilini öğrenmeyi buyurduğunu söyler.

Kâşgarlı Mahmud Divanu Lugati't-Türk'ü,  Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt zaferinden hemen sonra İslam dünyasında Türklerin, Türklüğün ve Türk dilinin öneminin daha da arttığı bir dönemde Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla yazmıştır.


İçeriği

Eser, besmele ile başlar. Her yazma eserde olduğu gibi eserde olduğu gibi eserin dibace yani başlangıç bölümünde Tanrı'ya ve Hz. Muhammed'e övgü cümleleri yer almaktadır. Kâşgarlı Mahmud bu övgü sözlerinden sonra diğer yazma eserlerde pek örneği görülmeyen bir biçimde Türkleri ve Türklüğü över.

Eserinin sözlük bölümünü sekiz ayrı kitaptan oluşturduğunu, her kitabı da isim ve fiil olmak üzere iki bölüme ayırdığını belirten Kâşgarlı Mahmud, kitapta bulunabilecek ve bulunamayacak sözcük türlerini de tablo hâlinde vermiştir. Eserine almadığı bu sözcük türleri; bırakılan, kullanımdan düşenlerdir.

Bu bölümde, Türk topluluklarının yaşadığı bölgeleri gösteren ilk Türk haritası da yer almaktadır.

Sözlük bölümünde Türkçe sözcüklerin açıklaması Arapça olarak yapılmış, örnek cümleler yine Türkçe verilmiş, anlamları yine Arapça yazılmıştır.

Türkçe madde başı sözcükler metin içerisinde yazıldığından bunları göstermek amacıyla sözcüklerin hemen üstü kırmızı renkli mürekkep ile çizilmiştir.

Eserin bölümlendirilmesi, Arapçanın dil bilgisi özelliklerine göre yapılmıştır.


Kâşgarlı Mahmud sekizinci bölümün hem de Divanu Lugati’t-Türk’ün bittiğini şu sözlerle açıklar:



Hamdolsun âlemlerin Rabbi Allah’a… Hüseyin oğlu Mahmud der ki: Bu kitabı yazmaya başlarken Türk dilinin sözlerini toplama, kurallarını ve usullerini bildirme, ölçülerini açıklama, bölümlerini sıralama sözünü vermiştik. Bu sözümüzü yerine getirmiş, amacımıza ulaşmış oluyoruz. Gereksiz sözleri, fazlalıkları, kullanımdan düşmüş şekilleri kitabın dışında tuttum. Burada sona eren kitabımız sonsuza kadar varlığını sürdürsün. Hamd, ezelî ve ebedî olan Allah’a, salat ve selam Muhammed’e ve onun soyuna olsun… 




Söz Varlığı

Divanu Lugati't-Türk'te sekiz bin dolayında Türkçe sözcük vardır. Sözcük sayısı, farklı çalışmalarda değişiklik göstermektedir. Bu farklılığın nedeni, bazı çalışmalarda madde başı sözlerin yanı sıra madde içinde örnek cümlelerde geçen sözlerin de söz varlığına katılmış olması ve madde başı sözlerle birlikte değerlendirilmesidir.

Kâşgarlı Mahmud’un, özel adları da söz varlığına alarak ayrıntılı bilgiler vermesi esere ansiklopedik sözlük hatta ansiklopedi niteliğini de kazandırmıştır. Bunlar içerisinde şehir, köy, dağ, ırmak, deniz gibi coğrafya adları ile kişi ve topluluk adları da yer almaktadır.

Özellikle Türk topluluklarının adlarını açıkladığı maddelerde Kâşgarlı Mahmud’un verdiği ayrıntılı bilgiler dikkat çekicidir. Kâşgarlı Mahmud bu adlarla ilgili olarak kısa tanım yapmak yerine ayrıntılı bilgi vermeye, anlattıklarını atasözleriyle, manzum parçalarla, zaman zaman da hadislerle tanıklamaya özen göstermiştir.

Divanu Lugati’t-Türk’ün söz varlığı aslında Türk kültürünün tarihsel boyutunu ve özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu söz varlığı incelendiğinde, Türklerin aile yapısını, akrabalık ilişkilerini, eski ve yeni inançlarını, toplumsal yaşayışını, devlet yapısını, iktisadi etkinliklerini, sanatını, yemeklerini, haberleşmelerini, ulaşımlarını, silahlarını kısacası Türklerle ilgili her şeyi ortaya koyan eşsiz bir kaynak karşımıza çıkmaktadır. 


Kâşgarlı Mahmud’a Göre Türk

Eserinin başlangıç bölümünde Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e övgüden sonra Türklerden övgüyle söz eden, Divanu Lugati’t-Türk’ün sonraki sayfalarında da hemen her fırsatta Türklüğü ve Türkleri öven Kâşgarlı Mahmud sözlüğünde Türk adını şöyle tanımlamaktadır:

Türk, Tanrı’nın selamı üzerine olsun Nuh peygamberin oğlunun adıdır. Nitekim ‘İnsanın üzerinden (henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı) uzun bir süre geçmedi mi?’ ayetinde Âdem peygamberin adı nasıl ‘insan’ sözüyle anılıyorsa Allah, Nuh’un oğlu Türk’ün çocuklarına seslenirken bu adı kullanır. Ayetteki ‘insan’ sözü genel bir ad olarak yalnız bir kişi için kullanılmıştır. ‘Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağılarının aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç’ ayetinde geçen ‘insan’ sözü çokluğu, topluluğu bildirir. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğunda bir kişiyi ifade eder. Oğullarının adı olduğunda da ‘beşer’ sözü gibi çokluğu ve topluluğu anlatır. Bu sözün tekliği ve çokluğu da kullanılır. Nitekim Rum da İshak peygamberin oğlu Esav oğlu Rum’un adıdır. Onun çocukları da bu adla anılmıştır. 

Kaçan görse, anı           Türk Onun Türk olduğunu gördüklerinde 
Ayga anıg anıg aydaçı   Derler ki şeref 
Muŋar tegir uluglug      Ve haysiyet buna yaraşır
Munda naru keslinür     Ondan sonrası bundan mahrum kalır 

Türk ile ilgili bu bilgiyi veren Kâşgarlı Mahmud, bir de hem teklik hem de çokluk yapıda genel ad olarak kullanılan Türk sözünü de sözlüğüne almıştır:

Bu söz teklik olarak da çokluk olarak da Türk biçiminde kullanılır. Kim sen? ‘Kimsin?’ sorusuna Türk men ‘Türk’üm’ diye yanıt verilir. 

Türk süsi atlandı    ‘Türk ordusu at bindi’


Kâşgarlı Mahmud'un Haritası


ilk Türk haritası

ilk Türk haritası
    


Divanu Lugati’t-Türk’ün pek çok önemli özelliği arasında eserin ilk sayfalarında yer alan bir de harita bulunmaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre bu, bir Türk’ün çizdiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, dönemindeki Türk topluluklarının hangi bölgelerde yaşadığını göstermek amacıyla çizdiği bu haritaya bazı ulusların yaşadığı bölgeleri de ekleyerek yeryüzündeki belirli bölgeleri gösteren bir dünya haritası oluşturmuştur. Bugünkü haritacılık tekniklerine göre ilkel sayılabilecek bu harita, on birinci yüzyıl koşullarındaki coğrafyacılık bilgilerine ve tekniklerine göre çok ileri düzeydedir.



Kâşgarlı Mahmud’un bu haritasının Türk eseri olduğunu ortaya koyan birtakım kanıtlar bulunmaktadır. Her şeyden önce, harita Türk hükümdarlarının oturduğu Balasagun şehri merkez alınarak çizilmiştir. Diğer Türk şehirleri ve alanlar bu şehre göre düzenlendiği gibi yönler de Orhon Yazıtları’nda görülen eski Türk geleneklerine göre tayin edilmiştir. Türklerin yerleşim bölgelerindeki şehirler, dağlar, göller, nehirler ve denizler ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Türklere ait bölgelerin gösterilişinde pek az yanlışlık yapılması da haritanın bir Türk’ün elinden çıktığını göstermektedir. 


On birinci yüzyıl Türk dünyasını resmeden bu harita ile birlikte Kâşgarlı Mahmud, "Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beş bin, tamamı sekiz bin fersah eder." dedikten sonra bunların hepsinin iyice bilinmesi için haritasını yeryüzünün şekli gibi dairede gösterdiğini belirtir. Kâşgarlı Mahmud’un haritasını yuvarlak biçimde çizmesi ve bunu da dünyanın biçimi ile açıklaması, on birinci yüzyılda dünyanın yuvarlak olduğunun Türkler tarafından bilindiğini göstermektedir.


Divanu Lugati’t-Türk’ün yirmi ikinci ve yirmi üçüncü sayfalarında yer alan renkli haritanın çevresinde doğu, batı, kuzey, güney yönleri belirtildikten sonra sayfaların kenarlarında renklerin açıklaması yapılmıştır. Denizlerin yeşil, ırmakların mavi, dağların kırmızı, şehirlerin de sarı ile işaretlendiği kaydedilmiştir. Batıda gösterilen yerler Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları İtil boylarına kadar uzanmaktadır. Güneyde Hint, Sint, Çad, Berber, Habeş, Zenci ülkeleri, doğuda Çin ve Japonya, güneybatıda da Mısır, Mağrip, Endülüs gösterilmiştir. 

Haritada Türklerin yaşadığı şehirler ve bölgeler ayrıntılı bir biçimde gösterilmeye çalışılmıştır. Haritanın esas merkezini oluşturan Balasagun’un hemen yakınında ve yine merkezde gösterilen yerleşim birimleri Kâşgarlı Mahmud’un babasının şehri Barsgan ve dönemin önemli kültür merkezi Kâşgar’dır. Barsgan yakınlarında gösterilen ancak adı belirtilmeyen göl ise Isık Göl’dür. Haritanın merkezinde Kuça, Barman, Uç, Koçŋarbaşı, Yarkend, Hoten, Curcan, Özçend, Margınan, Hucend, Semerkand, İkiögüz, Talas, Beşbalık, Mankışlak gibi diğer Türk şehirleri de bulunmaktadır. 

Türklerin yaşadığı bölgeler Oğuz ülkesi, Kıpçak ve Oğuz yerleşimleri, Başkırt bozkırları, Ötüken, Horasan, Harezm, Azerbaycan adlarıyla da belirtilmektedir. Haritada renklerle gösterilen deniz, nehir ve dağların yanı sıra Seyhun, Ceyhun, Ila, İtil, İrtiş nehirleri, Karaçuk ve Serendip dağları adları anılarak belirtilen coğrafya adlarıdır.


Bugünkü bilgilerimize göre, Divanu Lugati’t-Türk’teki harita, Japonya’nın gösterildiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, Japonya’yı doğuda bir ada olarak göstermiş ve Cabarka adıyla anmıştır. Japonya’nın ilk haritası Kâşgarlı Mahmud’dan üç yüzyıl sonra bir Japon tarafından çizilecektir, ancak Japonya’yı Kâşgarlı gibi bir dünya haritası üzerinde gösteren ikinci harita Divanü Lugati’t-Türk’ten tam dört yüzyıl sonra yapılacaktır. Bu durum Kâşgarlı’ya Japonya’yı dünya haritasında ilk kez gösteren kişi unvanını kazandırmıştır.



Haritada Türklerin yerleşim alanları ayrıntısıyla gösterildiği gibi aynı bölgede Türklerle ilişki içerisinde olan yabancı ülkeler ve topluluklar da belirtilmiştir. Ancak Türklerle herhangi bir ilişkisi olmayan alanlar ve ülkeler dikkate alınmamıştır.


Kâşgarlı’ya Göre Türk Yazısı

Türk topluluklarının dili ile ilgili böylesine ayrıntılı ve Türk dili tarihi araştırmaları açısından son derece önemli bilgiler sunan Kâşgarlı Mahmud, Türklerin Arap kaynaklı yazıdan önce kullandığı ve Türklük bilgisinde Uygur alfabesi diye tanınan yazıyı Divanu Lugati’t-Türk’te özel bir bölümde tanıtmıştır. Türkçe kaynaklarda bu konudaki en eski bilgileri içeren ve iki ayrı tabloda Uygur alfabesini veren Kâşgarlı Mahmud’un bu alfabeyi heca-i el-Türkiyye ‘Türk alfabesi’ diye adlandırması dikkate değerdir. Ancak XVIII. yüzyıldan sonra bu alfabe bilim çevrelerinde Uygur alfabesi olarak tanınmıştır. 

Kâşgarlı Mahmud, eserinin beşinci sayfasında Türk Sözlerini Kuran Harfler Üzerine başlığıyla şu bilgileri vermektedir:

Bütün Türk lehçelerinde kullanılan harfler on sekiz harften ibarettir. Bunlar Türk yazısını meydana getirirler, Türk yazısı bu harflerle yazılır.
Bu harfler Arapçadaki hece düzeninde ا ب ت ث harflerine karşılık gelmektedir. Yazılışta yeri olmayan fakat söylenişte gerekli bulunan, temel harfler arasında bulunmayan yedi harf daha vardır. Türk lehçeleri bunlar olmadan olmaz. 

Bu yazının nasıl yazılması gerektiğini de belirttikten sonra kullanıldığı alanları "Eskiden beri Kâşgar’dan yukarı Çin’e dek, çepeçevre bütün Türk ülkelerinde hakanların ve sultanların yarlık(ferman) ve mektupları bu yazı ile yazılagelmiştir." diye kaydeden Kâşgarlı Mahmud on birinci yüzyıl Türk dünyasında geniş ölçüde bu yazının kullanıldığını haber vermektedir. 


On İki Hayvanlı Türk Takvimi ve Nevruz

Divanu Lugati’t-Türk’ün sözlük bölümünde sıra bars ‘pars’ sözünü açıklamaya geldiğinde Kâşgarlı Mahmud önce bir hastalığı, ardından yırtıcı bir hayvan olan bars ‘pars’ sözünü açıklamış sonra da “Türk takviminin on iki yılından biri” diyerek bars sözünün bir diğer anlamını vermiştir. Ancak Kâşgarlı bu bilgiyi vermekle de yetinmemiş, ansiklopedik sözlük yazarlığının gereğini yerine getirerek on iki hayvanlı Türk takviminin özelliğini, nasıl ortaya çıktığını, bu takvimin Türklerin hayatındaki yerini ayrıntısıyla anlatmıştır. 

Türklerin on iki farklı hayvan adını yıllara vererek on iki yıllık bir takvim oluşturduğunu; çocuklarının yaşlarını, savaş tarihlerini ve diğer olayları bu şekilde tarihlendirdiğini belirten Kâşgarlı Mahmud, Divanu Lugati’t-Türk’te bu takvimin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor:

Türk kağanlarından biri, kendi yönetiminden önce, eski dönemlerdeki bir savaş hakkında bilgi edinmek ister. Çevresindekiler bu savaşın tarihi konusunda çelişkiye düşünce kağan kurultay toplar ve halkına danışır. 

“Biz bu tarihte yanılıyorsak bizden sonrakiler de yanılacaklar. Yanılmamaları için göğün on iki burcuna ve on iki ay sayısına göre bir düzenleme yapalım; her yıla bir ad verelim. Böylece bu yılları sayarak zamanı belirleyelim. Bu düzenleme, hepimiz için bir belge olsun,” der. 

Kağanlarının bu düşüncesini halk da onaylar. Yıllara verilecek adları da şöyle belirlerler. 

Kağan ava çıkar ve yaban hayvanlarını Ila vadisindeki büyük bir ırmağa doğru sürmelerini buyurur. Halk yaban hayvanlarını ürküterek, avlayarak ırmağa doğru sürer. Yalnızca on iki hayvan ırmağı geçmeyi başarır. İlk geçen hayvan sıçgan ‘sıçan’dan başlayarak her geçen hayvanın adı birbirini izleyen yıllara verilir. Böylece takvim, sıçan yılı ile başlar. Sıçandan sonra da ırmağı aşağıda belirtilen sırayla geçen hayvanlara göre on iki hayvanlı Türk takviminde yıllar şöylece belirlenir:

sıçgan yılı     ‘sıçan yılı’
ud yılı            ‘öküz yılı’
bars yılı         ‘pars yılı’
tavışgan yılı  ‘tavşan yılı’
nag yılı          ‘timsah yılı’
yılan yılı        ‘yılan yılı’ 
yund yılı        ‘at yılı’
koy yılı           ‘koyun yılı’
biçin yılı         ‘maymun yılı’
takagu yılı     ‘tavuk yılı’
ıt yılı              ‘köpek yılı’
toŋuz yılı       ‘domuz yılı’

Bu sıralamada domuz yılından sonra başa dönülerek yeniden sıçan yılına geçilir ve tarihlendirmeye devam edilir.


On iki hayvanlı Türk takviminde yıllar on iki aya bölünmüştü. Takvimdeki yıl adları hakkında bu bilgileri veren Kâşgarlı Mahmud, daha sonra ay adları konusunda da şunları yazar: 



Hafta kavramı İslamlıktan sonra geliştiği için Türklerde haftanın yedi gününün adı yoktur. Ay adlarına gelince, şehirlerde Arapça ay adları kullanılır. Müslüman olmayan göçebe Türkler, yılı dörde bölerler ve her üç aylık döneme bir ad verirler. Bunların birbirini izlemesiyle yılın geçişi bilinir. Nayruz’dan sonra ilkbahara oglak ay ‘oğlak ayı’, oğlağın bu dönemde büyümesinden esinlenerek sonrakine ulug oglak ay ‘büyük oğlak ayı’ denir. Bundan sonraki ulug ay ‘büyük ay’ diye adlandırılır çünkü bu dönem yaz ortasıdır. Sütün bol olduğu, nimetlerin bollaştığı dönemdir.


Yılın üç dönemini böyle anlatan Kâşgarlı Mahmud sıra dördüncü aya geldiğinde, az kullanıldığından bu ayın adını vermez. 

Kâşgarlı Mahmud’un verdiği bilgiye göre Türklerin on iki hayvanlı takvimi bugün kullanmakta olduğumuz takvimdeki 21 Mart günü ile başlamaktadır. En eski dönemlerden bu yana Türklerin kutladığı Nevruz, on iki hayvanlı Türk takvimine göre yeni yılın başlangıcıdır. Bugün de Türk dünyasında ve içinde bulunduğumuz coğrafyada Türkler ve çeşitli topluluklar tarafından Nevruz’un kutlanması devam etmektedir. Farsça kökenli Nevruz nev ‘yeni’ ve ruz ‘gün’ sözlerinden oluşmaktadır. Türk dünyasında Nevruz adının ve bu adın çeşitli biçimlerinin yanı sıra yanı kün, yeni gün, ergene kün, ulustun ulu küni gibi karşılıkları da bulunmaktadır. Türkiye Türkçesinde de halk ağzında sultan nevruz, navrız, gün dönümü gibi sözler kullanılmaktadır. 

Kâşgarlı Mahmud’un Divanu Lugati’t-Türk’te nayruz diye yazdığı sözcük Nevruz’dan başka bir şey değildir. Bu kayıt Türklerin kendi takvimlerine göre yeni yılın başlangıcı olan 21 Mart gününü binlerce yıldır kutladığını göstermektedir.



Söz Varlığından Kültür Dünyamıza


Tepük Futbolun Atası mı?

Kâşgarlı Mahmud’un, Divanu Lugati’t-Türk’te tepük sözünü açıklarken verdiği bilgiler çok ilgi çekicidir. Kurşunun eritilip ağırşak biçiminde dökülmesinden sonra yuvarlak biçimdeki bu nesnenin üzeri keçi kılı veya benzeri yumuşak bir şeyle sarılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud’a göre oğlan çocukları bu yuvarlak nesneyi ayaklarıyla vurarak, tekmeleyerek bir oyun oynamaktadır. Tepmek“dövmek, vurmak, tekmeleyerek vurmak” anlamındaki fiilden geldiği açık bir biçimde görülen tepük sözünün adı olduğu oyun hakkında Kâşgarlı Mahmud ne yazık ki daha fazla bilgi vermemektedir. Çocukların ayaklarıyla vurarak oynadığı bu oyun hakkında ayrıntılı bilgimiz bulunmasa da Kâşgarlı Mahmud’un verdiği bu kısa bilgiden tepük adlı oyunun futbolun ilk biçimi olduğu ileri sürülebilir. 

Ütülenmiş Giysilerle Dolaşan, İpek Mendil ve Eldiven Kullanan Türkler

Divanu Lugati’t-Türk’ün söz varlığındaki ilgi çekici verilerden biri de Türklerin bin yıl önce giysilerini ütüledikleri, ütülü giysilerle dolaştıkları bilgisidir. Türklerde giyim kültürünün ne kadar köklü olduğunu, Türklerin bin yıl önce kırışmış giysilerini ütüleyerek giydiklerini belgeleyen bu bilgiler, Türklerin uygar bir toplum olduğunun göstergedir. 

Bugün Türkçede ütü biçiminde kullandığımız söz Divanu Lugati’t-Türk’te ütüg biçimindedir. Türklük bilgisi araştırmalarında Türk yazı dilinin ilk döneminde ve daha sonra da bazı lehçelerde sözlerin sonundaki veya hece başındaki /g/ sesi Türkiye Türkçesinin de yer aldığı birtakım lehçelerde eriyerek düşmüştür. Böylece o dönemdeki kapıg sözü, /g/ düşmesiyle önce kapu biçimini almış sonra da ses uyumunun sağlanmasıyla kapı biçimine dönüşmüştür. Ütüg sözünün sonundaki /g/ sesi de düşünce sonraki dönemlerde bu söz ütü biçiminde kullanılır olmuştur. 

Kâşgarlı Mahmud bu sözü şöyle tanımlıyor:

ütüg Mala biçiminde olan, ısıtıldıktan sonra giysilerin kırışıklıklarına bastırılarak sıcaklığın etkisiyle bu kırışıklıkların düzleşmesini sağlayan demir parçası.

Fiiller bölümünde de ütidi ‘ütüledi’ sözü dikkati çekmektedir.

ütidi Ol tonug ütidi ‘O, giysiyi ütüledi, o giysinin kırışıklıklarını ütüledi ve düzeltti.’ 

Sözlük bölümünde yer alan suvluk sözünü Kâşgarlı Mahmud ‘havlu’, eliglik sözünü ise ‘eldiven’ diye tanımlamaktadır. Su sözünün bin yıl önceki biçimi olan suv’a getirilen yapım eki ile türetilmiş olan suvluk’un el, yüz ve vücuttaki suyu kurutmak amacıyla kullanılan ‘havlu’ olduğu anlaşılıyor. 

Suvluk sözünün yanı sıra Divanü Lugati’t-Türk’te kullanılan ületü ‘ipek mendil’ de ilgi çekici bir veridir. Kâşgarlı Mahmud bu sözü şöyle tanımlıyor:
ületü Erkeğin gerektiğinde burnunu silmek için cebinde taşıdığı ipek mendil. 

Bu veriler, Türklerin giyimlerine ve temizliklerine ne kadar dikkat ettiğini, ütülenmiş giysilerle, ipek mendillerle dolaştıklarını gösterdiği gibi zaman zaman “göçebe” diye küçümsenerek tanımlanan Türklerin ne kadar uygar olduğunu ve Türk uygarlığının boyutlarını göstermesi bakımından da ilgi çekicidir. 

Giysisini Boyayan Türkler

Giyim kuşam ile ilgili bir başka ayrıntı da bodhudı ‘boyadı’ sözünde gizlidir. Eski Türkçede iç sesteki /d/ Divanü Lugati’t-Türk’te /dh/ sesi karşılığında olmak üzere zel harfi (ﺫ) ile gösterilmiştir. Bu iç ses bugün Türkiye Türkçesinde /y/ olarak gelişmiştir. Divanu Lugati’t-Türk’teki bodhudı sözü ‘boyadı’ anlamındadır. Kâşgarlı Mahmud’un bu söz için getirdiği örnek Ol tonug bodudı ‘O giysiyi boyadı’ biçimindedir. Bu cümleden sonra bir açıklama yapan Kâşgarlı Mahmud, giysi boyanabileceği gibi başka şeylerin de boyanabileceğini ve bu fiilin onlar için de kullanılabileceğini belirtir. Giysinin nasıl boyandığı konusunda bilgi verilmese de bu örnek, Türklerin bin yıl önce de giysilerini boyadıklarını gösteren bir kanıttır. 

Türklerde Tanışma Kuralları

Divanu Lugati’t-Türk’te hemen her konuda bilgi bulmak mümkündür. Eserde yeri geldikçe Türklerin görgü kurallarından, Türk töresinden de söz edilmektedir. Kâşgarlı Mahmud, bazı sözleri açıklarken o konudaki görgü kurallarını da yazmaktadır. İşte satır aralarında yer alan bu bilgilerden, Türklerin toplum hayatındaki davranış ve görgü kurallarını öğrenebilmekteyiz. 

Sözlüğün boy maddesinde önce bu sözü ‘kavim, kabile, aşiret, hısım’ biçiminde açıklayan Kâşgarlı Mahmud, birbirini tanımayan iki kişinin nasıl tanıştığını yazarak Türklerin tanışma kuralını da okuyucuya aktarmış olur. İşte Kâşgarlı Mahmud’un sözleriyle bin yıl öncesinden iki Türk’ün tanışma sahnesi:

Birbirini tanımayan iki adam karşılaştıklarında önce selamlaşırlar. Sonra Boy kim? ‘Hangi boydansın?’ diye sorarlar. Hangi kabiledensin demektir. Salgur diye cevap verir veya kitabın başında yazdığım boy adlarından birini söyler. Bundan sonra konuşmaya başlarlar veya daha fazla gevezelik etmeden kendi yollarına giderler. Böylece her biri diğerinin ait olduğu kabileyi tanımış olur.

Birbirini tanımasa bile karşılaşan iki kişinin önce selamlaşması önemli bir ayrıntıdır. Tanışma daha sonra kişinin hangi boydan olduğunu sormakla devam etmektedir. Kişilerin adından önce hangi boydan olduklarını öğrenmenin daha büyük önem taşıdığı bu bilgiden anlaşılıyor. Bu tanışma geleneği, Anadolu’da Kimlerdensin? diye sorularak hâlâ sürdürülmektedir. Boyun öğrenilmesinden sonra sıra muhtemelen adlara gelmektedir. 

Ölülerin Ardından Verilen Yemek

Yakınlarını kaybeden Türklerin ölümün ardından belirli günlerde yemek dağıtması, sofra kurması gelenektir. Bu geleneği yogladı sözünde Kâşgarlı Mahmud şöyle yazıyor: 

Ol ölügge yogladı ‘O ölü için yemek verdi’. Türklerin geleneği böyledir.

Bilindiği gibi bu gelenek bugün de Türkler arasında yaşamaktadır. Ölünün ardından yedinci ve kırkıncı gecelerde, ölümün yıl dönümünde okunan duaların ardından yemek verme geleneği hâlâ sürdürülmektedir. 

Kendisini İnsan Üzerine Atan Yılan

Kâşgarlı Mahmud, ok sözünü açıkladığı bölümde bu sözün çeşitli anlamlarını ‘ok’, ‘ev kirişi’, ‘miras paylaşımında çekilen kuradaki pay’, ‘çekimli fiillerde kuvvetlendirme edatı’, ‘durum işlevindeki edat’ biçimlerinde verirken ok yılan diye bir yılan türünden de söz eder. Açıklamasını ‘kendisini insan üzerine atan, savuran yılan’ olarak veren Kâşgarlı Mahmud’un sözünü ettiği bu yılanın Latince adı coluber caspius’tur.


Kaynaklar
http://www.tdk.gov.tr/?option=com_dlt&view=dlt&kategori1=divan
http://www.tdk.gov.tr/?option=com_dlt&view=dlt&kategori1=kultur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder